-Haydi oğlum yap şunu!
-Yapamam baba, utanıyorum.
-Utanacak ne var bunda haydi, işe!
-Olmuyor işte baba!
7-8 yaşlarındaki çocuk benim onları izlediğimden habersiz.
Annesi "oğlum sık biraz daha dişini bak petrol istasyonuna az kaldı" dese de
baba çocuğun "cocom var" feryatlarına daha fazla dayanamamış arabayı öfkeyle çekmiş sağa!
Saman alevi kızgınlığı çabuk geçmiş sonrasındaki yaşananlar ise tam da karşımda devam ediyor.
Çocuk 'cocu'sunu yapamayınca arabadaki amcası geliyor bu kez
-Ömer Fikret hadi üç kağıtçılık yapma!
Baba söylenmeye devam ediyor. "Bu kadar meyve suyunu içersen olacağı buydu."
Çocuk bu kadar baskıya daha fazla dayanamıyor.
Bir hışımla fermuarını çekip "yapmayacağım" diyor.
Sonra amcasına dönerek
-Amca üç kağıtçı ne demek?
Amcası
-Yani şey... Iıı..
Üç kağıtçı işte...
Amca arabaya binene kadar düşünmeye devam ediyor... Belki hala düşünüyordur.
Yanımdaki çeşmeden su dolduran yaşlı adam "her yolcunun nasibi bir avuç topraktır" diyor.
"Ne demek bu amca?" dediğimde İnsanların sonunda ulaşacağı yerin mezar olduğunu her kesin aynı yolun yolcusu olduğunu anlatıyor.
"Kaderimize isyan ederiz ancak hepimizin kaderi aynıdır" diye de ekliyor.
Yolcu yolunda gerek deyip amcayla vedalaşıyorum. Yolum uzun deyince
"Yolcunun azığı sabırdır" diyor bu kez.
Ve tekrar direksiyonun başındayım.
Hayat bir yol... Bir kısmı dümdüz, keyifli
Bir kısmı bol virajlı, yokuşlu tehlikeli
Bir kısmı bambaşka...
Yolculuk güzel,
dereler, nehirler...Tam karşımda başı karlı dağlar...
Bu sıcakta nasıl hala kar var hayret!
Yol devam ediyor...
Beni sürekli kendine çağıran kahverengi tabelalardaki
medreseler, kaleler, camiler, kiliseler, müzeler gel gel yapıyor.
Gelemem memlekette akrabalar bekler.
Yol kenarında mor,sarı,eflatun,bordo çiçekler...
Mevla ne güzel yaratmış.
Yol devam ediyor.
Korkulu rüyam tırcılar. O kornaya basmaları yok mu!
Kalp ritmimi bozdukları kesin.
Ama olsun ben tır şoförlerini seviyorum.Deprem dönemi canlarını hiçe sayıp afet bölgesinin kahramanları arasına girdiler.
Allah hepsinden razı olsun.
300 km yoldan sonra bir mola daha, bu kez dandirik bir tesisteyim.
Çaylar tavşan kanı değil ama fena sayılmaz.
Yanımdaki masadaki iki adam oldukça yüksek sesle konuşuyor.
"Ahmet de karısıyla Antalya'ya tatile gitmiş.",
Karşısındaki onaylar gibi kafasını sallıyor gözlerini biraz irice açıp dinlemeye devam ediyor.
"Bayramda ananın babanın yanına gitmeyeceksin o tatil sana hayır getirir mi?"
Karşısındaki de fitne ve dedikoduya odun atıyor. "Bu hep böyleydi zaten"
Bu dedikodu işi kadınlarda bitti erkeklerde başladı.
Delikanlı erkek dedikodu yapmaz. Deyip kalan çayı hüpletiyorum.
Yola devam...
Önümde kısa sürede artıp azalan hız limitlerini gösteren tabelalar...
İçimde "acaba yine radara girdim mi?" korkusu.
4 şeritli yolda yavaş giden hemen herkes orta şeritlere geliyor.
En sağ şerit niye var kardeşim? sizin için!
Hızlı gidersen buraya, sola geleceksin!
En sağ şeritte olmak kötü, aşağılık ve utanılacak bir şey değil ki?
Tadım kaçtı bak.
Toplum olarak her geçen gün daha bencil oluyoruz.
Hem bak karşımdaki koca binalarda bana bunu kanıtlıyor.
Böyle mimari olur mu?
Komşunun rüzgarını, güneşini, manzarasını engelleyerek!
Bencillik tam da oturduğumuz binalarda başlıyor.
Ruhumuzu sarıyor.
Hacı Bektaş-i Veli Külliyesi'ne yakın bir bölgeden geçiyorum.
İnip bir dua edeyim hem dinlenmiş olurum.
Külliye girişinde kocaman bir yazı "incinsen de incitme"...
Bazen ben de incitmek istiyorum ama genelde incinen tarafta oluyorum.
Bu iyi bir şey mi ölünce göreceğiz.
Ve yine yol...
Şimdiki durak Diyarbakır...
Yol kenarlarında satıcılardan geçilmiyor.
Güneşten öyle böyle yanmamışlar...hepsinin alnı terli..
Belliki tarladaki mahsülu kapıp gelmişler.
Allah bereket versin daha çok kazansınlar.
Helal lokma baldan tatlı...
Diyarbakır güzel şehir bu gitmemde daha çok sevmemin nedeni kaldırıma İsrail bayrağı çizmişler,
gelen geçen basıyor. Eee Hak edene hakkını vermek haktandır...
Sonra tekrar yol..
bu kez Mardin.
Bu sıcakta kardan adam gibi erimezsem iyi.
Eski Mardin çok etkileyici ancak sokakları çöpten geçilmiyor.
Mardinliler para kazanmayı biraz abartmış olacak ki sokağı çektiğim bir fotoğraf için benden para istediler.
Neymiş atını süslemiş birini çekmişim.
-Ver 50 tl
-Vermem
-Sil o zaman fotoğrafı
-Silmem
Sen fotoğrafıma girdin sen 50 ver deyince vazgeçiyor.
Sonra yanıma ufak bir çocuk yaklaşıyor "abi sana Mardin fıkrası anlatayım mı?"
-Para isteceksen hayır.
Tamam abi deyip uzaklaşıyor.
Off! Tamam gel hadi...
Ve Adıyaman Nemrut Dağı..
Güneşi batırdık.
İspanyollar, İtalyanlar, Almanlar burada ama hemen yanı başımızdaki şehirdeki arkadaşlarım
yabancı memelekette tatil hayali kuruyor.
Oraya da git ancak önce bir burayı gör kardeşim.
Dönüş yolunda Aksaray'da Perize teyzenin evine misafir oluyoruz.
Güler yüzlü, candan ciğerden biri. Yaşadığı yerde herkesin sevdiği bir kadın, adeta köyün ruhu.
Bizi karşısında görünce gözleri gülüyor. Hemen sarılıyor.
İkramları yedikten sonra arabamızın bagajına da sayısız hediye kokuyor.
Yine gelin diyerek dua ile uğurluyor bizi...
Başta da dediğim gibi hayat bir yol. Karşımıza çıkan insanlar nimet de olabiliyor
eziyet de... nimet olanların kıymetini bilin...
Allah'a emanet olun..