Ankara'da, yargı camiası içinde yıllardan beri devam eden bir
"hiyerarşi" tartışması vardır. Meselenin özü,
"yüksek mahkeme" tanımı ile ilgilidir. Anayasa
Mahkemesi'ne (AYM) atfedilen yüksek
mahkeme yakıştırması, Yargıtay'da karşılık
bulmaz. Yargıtay, hukuki düzende
en üst mahkeme gibi konuşlandırılmak
istenen Anayasa
Mahkemesi pozisyonunu reddeder. Hatta, AYM'deki Yüce Divan yetkisinin de Yargıtay'da olması gerektiğini savunur. Bu noktada da ceza yargılamasının özel ihtisas ve birikim gerektirdiği tezinden hareket eder. Bir adım daha ileri giderek
AYM'nin görev alanının, anayasa yargısı ile sınırlandırılmasında ısrarcı olur.
Ve nihayet, bireysel başvuru mekanizmasının AYM'de olmasını da eleştirir. Kanunları, kanun hükmünde kararnameleri, Meclis İç Tüzüğü'nü soyut bazda denetleyen AYM'nin, bireysel başvuru yoluyla yargı tasarruflarını somut olay bazında denetlemesinin sakıncalarına değinir. AYM'nin yeni bir üst temyiz makamı olmasına karşı çıkar ve
"Aynı konuda iki kez temyiz yolu kabul edilebilir değildir" der!
***
Yargı kurumlarının iç meselesi gibi görülen bu husus, pratikte bambaşka sonuçlar doğurur. Yargı kararlarının bilhassa temel insan haklarına dokunan yönlerinin niteliğini derinden etkiler. Maalesef yargıya duyulan güveni de zedeler!
Öyle zannediyorum ki yasa koyucu, AYM'yi bireysel başvuru adresi olarak belirlerken, yargıçların bürokratik fonksiyon kazanmasından da endişe etmiştir. Yani adli ve idari yargı ile anayasa yargısının, çoğu zaman idarenin, hatta milli iradenin oyuyla seçilmiş temsilcilerin yerine geçmesi riskini gözetmiştir. İnsan haklarının korunması önceliğinde bile AYM'ye,
"yerindelik denetimi yapamazsın", diğer bir deyişle
"Hükümetin, idarenin ve diğer yargı kurumlarının alanına giremezsin" mesajı verme gereği duymuştur. Buna karşın bireysel başvurularda hak ihlalinin tespiti, ihlalin nasıl giderileceği, yeniden yargılama yapılması yoluyla da bir hakkın teslimi noktasında ise AYM'ye geniş bir takdir alanı bırakmıştır. Bu iki yaklaşım tarzı uygulamada mutlak manada tutarlılık arz etmemektedir.
Türkiye İnsan Hakları Mahkemesi kimliği ile yargılama yaptığını izaha çalışan AYM, esasen anayasa yargısından gelen gücünü de sahaya yansıtarak,
süper temyiz müessesesi gibi davranabilmektedir. Anayasa, AYM kararlarının bağlayıcılığına amirdir. Ancak AYM'nin, özel yasasında karşılık bulan insan hakları ihlallerini giderme yetkisini kendi özgün usul ve yorumlarıyla geliştirmesi, o kararı alan AYM de olsa gerek derece mahkemeleri gerekse Yargıtay bakımından
direnç geliştirilmesine engel olmamıştır.
Bu kadar hassas bir konunun, CHP'li eski bir milletvekilinin dosyası üzerinden ele alınması, meseleyi ister istemez siyaset zeminine de çekmiştir.
Yargıda kaos algısının yerleşmemesi için ya demokrasi kültürünü ve insan haklarının nihai üstünlüğünü baz alan gönüllü bir uyum ve çözüm bulunması söz konusu olacaktır.
Ya da egemenliğin kayıtsız şartsız sahibi olan millet bu soruna el koyacak, yargı kurumlarının görev ve yetki alanlarını yeniden tanımlayacak, ihtiyaç duyarsa yeni bir mahkeme ihdas edecek, o mahkemeyi insan haklarını teminat altına alan su götürmez yetki ile donatacaktır.
AYM'nin üye bileşimi, iç çekişmeleri, üyelerin etkileme ve etkilenme biçimleri ise ayrı bir yazı bahsi olacak kadar kritik aşamaya gelmiştir!