Görünür gelecekte siyasal tercihleri belirleyecek en kritik faktör acaba ne olacak? Burada kastettiğim husus,
"istihdam, eğitim, sağlık, terörle mücadele" gibi
her zaman gündemde olabilen konular değil. Zamanın ruhuna göre öncelik ve şekil değiştiren bu sorunları da çözebilecek iradedir esas olan.
O halde soruyu şöyle genişletelim:
Vatandaşın kararlarını,
"süreç yönetebilen kadrolar" mı yoksa
"kriz yönetebilen liderlik performansı" mı şekillendirecek?
Bir başka anlatımla...
Tanımlı sistemler içinde yönetim birikimini sergileyen kadro hareketleri mi öne çıkacak?
Yoksa,
"Kriz yönetimi ve kaosla başa çıkabilme deneyimi olan, netice alabilen liderlik tarzı" mı temel davranışlara yön verecek?
Küresel sistemin çözümden çok gerilim ürettiği günümüz şartlarında sadece Doğu Akdeniz'e ve farklı ülkelerin hesaplarına bakmak bile pek çok şeyi anlamaya yetiyor...
Örneğin...
Almanya: Brexit (İngiltere'nin ayrılışı)
sonrasında AB'yi bir arada tutmaya ve
Avrupa'nın mutlak liderliğini üstlenmeye çalışıyor.
Yakın tarihte ağır ekonomik kriz yaşayan Yunanistan'ı kurtarma planı uygulayan ve bu yolla
Atina üzerinde hakimiyet kuran Almanya, hem bu hegemonyayı sürdürmek hem de Ege ve Akdeniz'deki dengeleri kontrol etmek istiyor.
Fransa: (Daha doğrusu Macron!) AB'nin ve Akdeniz'in hakim gücü olma hayalini gerçekleştirmeye çabalıyor. Bu sayede iç gündemini de baskılıyor. Cumhurbaşkanı
Tayyip Erdoğan'ın Fransa'dakiler dahil Müslüman topluluklar üzerindeki etkisini kırmayı arzuluyor. Suriye ve Libya sahasında erişemediği hedeflerine,
kullanışlı enstrüman olarak gördüğü Kıbrıs Rum Kesimi ve Yunanistan eliyle Doğu Akdeniz'de ulaşmaya çabalıyor.
ABD: Yaklaşan başkanlık seçimlerinin harareti, artan işsizlik, ırkçılık karşıtı gösteriler nedeni ile Washington iç gündemine hapsolmuş durumda. Beyaz Saray, bölgesel krizlerde hakem rolünü kaybettiği gibi bu sıralar sorunları çözmek yerine öteleyerek zaman kazanmayı da amaçlıyor.
ABD yönetimi, küresel liderliğini korumak adına Çin'e ve Uzakdoğu'ya yönelik yeni politikalar geliştirirken, Avrupa ve Ortadoğu'daki stratejik gerçeklikten kopamıyor.
Çoklu çıkar peşinde koşmanın siyasal bölünmüşlüğünü aşamadığı için patinaj yapıyor.
Rusya: AB'nin ve NATO ittifakının zayıflamasını ilgiyle izliyor ve hatta teşvik ediyor.
Batı blokunun tek alternatif olmadığını ispata çalışıyor. Sovyetler Birliği dönemindeki
nüfuz alanını Doğu Avrupa, Kafkaslar, Ortadoğu
(Suriye) ve Kuzey Afrika'da (Libya) yeniden
kuruyor. Enerji kartına dayalı diplomasisi zayıflayan
Rusya, farklı etnik ve dini grupları barındıran
siyasal sosyolojiden kaynaklı risklerin de tedirginliğini
yaşıyor.
İsrail: Filistin'i yok etme, İslam âlemini
parçalama, coğrafyadaki varlığını ise kalıcı ve
üstün kılma politikasını gün be gün hayata geçiriyor.
Büyük İsrail planına bir adım daha yaklaşıyor.
Tabii ki bu denkleme Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Mısır ve İran da dahil edilebilir. Ama şimdilik Akdeniz çanağındaki esas oyunculara odaklanmak daha doğru.
Özetle...
Türkiye ile Yunanistan'ı sınırlı sıcak çatışmaya sokmak isteyenler, buradan Türkiye'ye yönelik yeni yaptırımların da altyapısını kuruyorlar.
Hesaba katmadıkları ana faktör ise...
İsimleri büyük de olsa bu ülkelerin iç meseleleri hayli ağır ve
askeri senaryolara yatıracak kaynakları da sınırlı. Bundan da önemlisi krizlere karşı bağışıklığı yok denecek kadar az olan eski büyüklerin,
kriz direnci yüksek Türkiye'yi, yani Erdoğan liderliğini karşılarına almaları!.. Yani büyük yanılgıya düşmeleri...