Cumhurbaşkanı
Tayyip Erdoğan'ın bir özelliği artık çok
iyi biliniyor.
Nedir o?
"Eser siyaseti" ile kendisini var etmesi, sonra da
"bıkıp usanmadan icraatını anlatması."
Hatta her fırsatta tekrar etmesi...
Bugün, partili arkadaşlarının bile
"Bu kadar detaya girmese miydi acaba?" diye yoruma tabi tuttuğu o özgün aktarım biçimi acaba neden sürdürülüyor?
Bir başka ifade ile Cumhurbaşkanı hemen her alanda yapılanları coşkuyla paylaşmaktan neden vazgeçmiyor?
Öyle ya
"yapılanlar zaten ortada" denilebilir. Ama öyle değil.
Birincisi, Erdoğan'ın dün ile bugünü karşılaştırma ve yarına ışık tutma çabasında, somut yatırımlar ve sağladığı katkılar önemli yer tutuyor.
İkincisi, Erdoğan defalarca karış karış dolaştığı yurdun her bir köşesinde değişimin dinamizmini gördükçe müthiş enerji depoluyor.
Üçüncüsü ve en mühimi... Toplumun her kesimi, her bilgiye aynı anda ve eşit içerikte ulaşamıyor. İcraatın farkında olanlar kadar yapılanları bilmeyenler de oluyor. Veya gün geliyor, yapılıp edilenler hep varmış algısı yerleşiyor. Haliyle Erdoğan hem kanıksanmışlığı kırmak hem de
"Ne yapıldı ki?" küçümsemesine kapılanları gerçeklerle yüzleştirmek istiyor.
***
Eserleri ile anılmaktan büyük haz duyan Cumhurbaşkanı, tarihten gelen problemlerin çözümüne, toplumun vicdanında kanayan sorunların üstündeki örtünün kaldırılmasına ek olarak, manevi değeri yüksek iş ve işlemlerin de neticelenmesini yine eser siyasetinin bir parçası gibi görüyor.
Örneğin Danıştay kararının ardından, tarihi mirasa uygun biçimde Ayasofya'nın camiye dönüştürülmesi kararını imzalarken, iç veya dış çevrelerle hesaplaşmaya girmeden sadece varoluşunun gereğini yerine getiriyor.
Bana göre, 24 Temmuz 2020 muazzam bir tarih.
Lozan Barış Anlaşması'nın 97. yıldönümü ile Ayasofya'nın 86 yıl sonra cami olarak ibadete açılması bir
"mütemmim cüz" aslında.
Lozan, nasıl ki Türkiye Cumhuriyeti'nin tapusu ise 86 yıl sonra ilk namazın kılınacağı
Ayasofya da bu haliyle İstanbul'un ebediyen Türk kalacağının bir teminatı.
Lozan'la tescillenen milli devletin sonsuza dek varlığını sürdürmesi ne ise Ayasofya'da bir hakkın teslimi de 567 yıl önceki fethin anlamının ve mesajının mutlak olarak sahiplenildiğinin bir göstergesi.
Osmanlı mirası ile Cumhuriyeti ayrıştırmaya çalışanları, yıllarca bu milleti formatlamaya uğraşanları hatırladıkça,
"makbul vatandaş" tanımı üzerinden kemikleştirilen sınıflandırmaları düşündükçe, çok daha iyi anlıyoruz ki
Ayasofya-Lozan'la aynı düzlemde buluşabildiği için de yarınlara güvenle bakabiliyoruz.