TBMM Genel Kurulu'ndaki 2021 yılı bütçe görüşmeleri,
"siyasal iletişim" bakımından dikkatle irdelenmeye değer örneklerle devam ediyor.
AK Parti'nin
"özgüvenli duruşu" ile CHP'nin
"taktik hamlelerini" ayrı ayrı ele aldığımızda karşımıza şu tablo çıkıyor:
AK Parti açısından bakıldığında...
Liderin etkinliğine güvenmek... Politik çerçevede kendinden emin olmak... Rakibi tanımak...
Yılların birikimiyle hareket etmek...
Her biri
"artı puan" hanesinde
duruyor.
Ama aynı zamanda...
Muhalefetin parlamento dışında şekillendirdiği, bilhassa sosyal medya üzerinden organize ettiği, Meclis'e de taşıdığı gündem ve iddialar karşısında yer yer savunma pozisyonunda kalınması ise hızla giderilmesi gereken
"eksiye" işaret ediyor.
Kabul edelim ki...
CHP, bilinen sınırlarını aşan tarzda sistematik, zaman zaman sinir uçlarına dokunan, iftiralarla da şekillendirdiği bolca spekülasyonun içine az miktarda doğru katarak bir
"algı operasyonunu" sürdürebiliyor.
Bu sayede hedef kitlesini diri tutarken, AK Parti'de zincirin zayıf halkası haline getirmeyi umduğu kişi ve kurumlara kolaylıkla taarruz edebiliyor. Her bir kişi ya da müessese, özgün durumunu izaha çalıştığında ise kitle iletişimi açısından çoğu kez
"atı alan Üsküdar'ı geçebiliyor!"
***
Tabii bu oyunun CHP'nin öngörmediği riskleri de söz konusu olabilir.
Örneğin AK Parti ve çevresini muhtelif ithamlarla baskı altında tutayım derken, gerçeklerin tekzip gücü karşısında mağduriyetlere yol açabilir, bu da istemediği kadar dayanışma gelişmesini teşvik edebilir.
Veya...
Siyaset açığının sadece
"taktik iletişimle" kapatılacağı yanılsaması içinde dostlarıyla
iktidara gelmeyi umarken, ebedi
muhalefet liginde patinaj yaparak seçmen
tabanını yeni arayışlara itebilir.
Unutmayalım...
Bazı dedikoduların sanki olmuşçasına sunumu, başlangıçta kamuoyunun ilgisini çekebilir.
Ama sonra...
Siyasal kredibilite kaybını pekiştirebilir...
Külliye'ye giden CHP'li senaryosu... Yeni parti arayışındaki CHP'lilere para aktarıldığı tezi... Genel Başkan ve ailesinin telefonlarının usulsüz dinlendiği gibi tehlikeli iddialar...
Bütün bunların yanında ise...
Parti örgütündeki taciz ve tecavüz vakaları...
Türk ordusu için
"satıldı" diyebilecek kadar pervasızlık ve akıl tutulması... Partiyi sarsmakta olan siyasal kopuşlar...
Hal böyle iken...
Motivasyonunu yurtdışından alan, kabiliyetini sosyal medyaya bağlayan, umudunu yapay ittifaklarda arayan bir partinin güncel manevraları belki anlık popülarite sağlayabilir ama oy sağlayabileceğini sanmak yanılgı olur!
NOT: 10 Aralık 1948... İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nin kabul tarihi. Dünya, hala ırkçılık belası ve ayrımcılık hastalığıyla malûl! Beyannamenin 1. maddesi için küresel çapta verilen mücadelenin öncüsü olarak Türkiye'nin ve lideri
Tayyip Erdoğan'ın çabaları kaçınılmaz biçimde çok özel değer kazanıyor. Niye? Çünkü 1. maddeye göre
"Bütün insanlar özgür, onur ve haklar bakımından eşit doğarlar!" da ondan...