Arap Bahar'ının hazan baharına dönüştüğü,
Mısır'dan
Suriye'ye kadar her şey İsrail'in istediği gibi geliştiği dönemde
Netanyahu kabinesine, "Sakın sessinizi çıkartmayın..." diyordu.
Zira İsrail için işler tıkırındaydı.
Biz de "Suriye iç savaşı" başladığında dilimiz döndüğünce Suriye'nin tuzak olduğunu anlatmaya çalıştık. Karşılığında tehdit ve hakaretten başka bir şey görmedik. Merhum
Sezai Karakoç da "Batı, İslam dünyasına yönelik nihai işgali yapmak ve son darbeyi vurmak peşindedir" demişti, "Öyle bir işgal ki, bir daha İslam'ın dirilişi vaki olmasın, İslam haritadan silinsin. Hadise budur. Tehdit hatta tehditten de öte içinde yaşadığımız gerçek budur..."
"Suriye iç savaşı" işbu trajik gerçekliğin başlangıç safhası oldu.
Yazık ki yazık mezhep taassubu Suriye'de vahşete dönüştü. Müslümanlar arasında onulmaz yaralar en çok Suriye'de açıldı.
***
Daha evvel, özellikle de 2006'da İsrail'i mağlup ettikleri muhteşem direnişlerinden ötürü, Sünni-Şii bütün bölge halklarının gözünde kahramanlaşan
Hizbullah ve şehid lideri
Nasrallah'ın Suriye'deki iç savaş yüzünden Sünni çoğunlukla duygusal bağı koptu. Filistin direnişi hariç bölgedeki diğer Sünnilerin çoğunun gözünde Suriye nedeniyle itibarsızlaştırıldı.
"Batı, Müslümanları birbirine kırdırmaktan vazgeçmeli" diyen Rus Dışişleri Bakanı
Lavrov bile mezhep üzerinden çıkartılan fitnenin sonuçlarını gördü ama Şii-Sünni mezhep alimlerimiz, akil adamlarımız ve İslam ülkelerinin liderleri göremedi.
Kissinger'ın 11 Eylül 2001'in ardından "Bundan sonra çatışma Müslümanların arasında olmalıdır" sözünü sağır sultan bile duydu ama sözde "İslamcılarımız" duymadı. Belki de duymak işlerine gelmedi...
İsrail kimsenin mezhebine bakmıyor; Gazze'de Sünni, Lübnan'da Şii kesiyor.
Şu zillete bakın ki, İsrail tüm bölge ülkelerini aşağılayarak yaptığı kimi saldırılara mezhep veya etnisite asabiyeti üzerinden sevinebilen "Müslümanlar" var.
Ne kadar nefret edersek edelim, İsrail'in katlettiği birinin ardından İsrail ile eşzamanlı bayram yapmaktan daha korkunç zillet yoktur.
***
Evet, zilletin başlangıç safhası "Suriye iç savaşıdır. Bu savaş yüzünden 2006'nın intikamı almak için (çağrı cihazlarını patlatacak kadar) yıllarca hazırlanan İsrail'e karşı her daim teyakkuzda olması gereken
Hizbullah, enerjisini beyhude yerlerde harcadı veya harcamak zorunda bırakıldı.
Ayrıca, Suriye iç savaşı yüzünden güney sınırlarımızda "
İkinci İsrail" tehlikesi hiç olmadığı kadar tebarüz etti.
Hülasa edecek olursak Suriye tuzağına,
Davutoğlu döneminin Türkiye'si de İran da düşürüldü. İran sadece kendisi düşmedi, Hizbullah'ı da düşürdü.
Oysa İran ve Türkiye el ele verebilselerdi bu tuzağı İsrail ve hamilerinin aleyhine çevirebilirlerdi.
İran'ın, Suriye devleti nezdinde, Türkiye'nin de çoğunluğu Sünni olan Suriye halkı üzerinde etkisi bilinen bir gerçekti.
Rusya Devlet Başkanı
Putin bile
Başkan Erdoğan'ın bağımsızlıkçı/antiemperyalist duruşundan hareketle en kritik konularda diyalog içinde olurken, İran aynı şeyi neden başaramadı?
Batı Nükleer konusunda İran'ı alabildiğine sıkıştırdığı dönemde, Batı'nın çifte standart uyguladığını yüzüne vuran, "Batı önce İsrail'deki atom bombalarına baksın..." diyen
Cumhurbaşkanı Erdoğan değil miydi?
Sünni dünyasında gelmiş geçmiş hangi lider, "Bizim Sünnilik diye bir dinimiz yoktur. Bizim Şia diye bir dinimiz yoktur. Bizim tek dinimiz İslâm'dır..." şeklinde mezhepçi asabiyetleri elinin tersiyle itmiştir?..
Mademki, İsrail katliam yaparken kimsenin ırkına ve mezhebine bakmıyor, vahdet için hiçbir şey geç kalmış değildir.