Abdulkadir Selvi dostum bir televizyon programında, "Çoluk çocuk Gazze'de 45 bin insan öldü, onun için İran'a çok kızıyorum..." deyince, "çocukluk arkadaşım"
Ahmet Hakan, "Aman ha, İran'a nefretin İsrail'e nefretini geçmesin!.." demek zorunda kalmıştı. Bilemiyorum, Selvi dostumuz belki de
Hamas'a çok kızıyorum demeye cesaret edemediği için "kolay hedef" olarak İran'ı seçmişti. (Nasıl olsa İran'a "kızmanın" riski yok; ekstradan takdir görür, alkış alırsın.)
Halbuki... Hamas'ın şehit lideri
İsmail Haniye, 7 Ekim Aksa Tufanı operasyonu hakkında daha ilk günden (mealen) "Benim bile haberim yoktu..." demişti.
Hizbullah'ın şehit lideri
Nasrallah da yaptığı ilk açıklamada, direniş ekseni olarak tüm bölgedeki cephelerden birlikte hareket etmeyi düşündüklerini, dolayısıyla söz konusu operasyondan haberdar olmadıklarını ama Gazze'yi yalnız bırakmayacaklarını açık seçik dile getirmişti. Nasrallah'ın hayatı boyunca Velayet-i Fakih'e (İran'ın önderi Hamaney'e) bağlı olduğunu aklınıza getirirseniz, Aksa Tufanı konusunda İran'ın da tavrını rahatlıkla anlarsınız.
Selvi dostumuz, şayet "direniş bilinci" üzerinden İran'a "kızıyorsa",
Şeyh İzzeddin el-Kassam direnişe başladığında
İmam Hamaney henüz doğmamıştı.
***
Kimi eş dost arkadaşımız da, İsrail'in Gazze soykırımından dolayı Hamas'a "kızıyorlar" demeyeyim de, "düşüncesizlik" yaptıklarını sinik bir şekilde dile getiriyorlar. Dahası, "Oyuna mı geldiler?" yollu sorguluyorlar. Bir de, İsrail'in söz konusu operasyondan haberdar olmamasının imkânsız olduğunu, bilerek göz yumduklarını iddia ediyorlar. Unuttukları şudur: İsrail daha önce de engel olamadığı birçok eyleme maruz kalmıştı.
Mesela, 25 Haziran 2006'da
Gazze Şeridi'nde Hamas'ın askeri kanadı
İzzeddin Kassam Tugayları, İsrail'in işgal
ettiği (sınır ötesi) topraklara düzenlediği bir
operasyonla birkaç İsrail askerini yaralamış,
ikisini öldürmüş ve İsrailli asker
Gilad Şalit'i de esir alıp Gazze'ye dönmüştü. Hamas 2011'de İsrail'le yaptığı esir takası anlaşması sonucunda Gilad Şalit'i serbest bırakmanın karşılığında İsrail hapishanelerinde 1026 Filistinli esirin serbest bırakılmasını sağlamış.
Bu kurtarılan esirlerin içinde, 22 yıl İsrail hapishanelerinde yatan Yahya Sinvar da vardı.
Kalplerinde hastalık olanların kadim tavrı şudur: Zafer elde edildiğinde "Biz de sizinleydik" derler, işler zora girdiğinde ise "Biz size demiştik."
***
Peki, ya İsrail, Gazze ve Lübnan katliamlarını, Aksa Tufanı operasyonundan bağımsız planlamışsa? Olamaz mı?
Bakınız, 83'te de 63 Amerikalı askeri ABD'nin Beyrut'taki karargâhında öldüren Hizbullah'ın efsanevi komutanı
İmad Muğniye, İsrail'i 2006'da mağlup ettikleri 33 Gün Savaşı'nın hemen öncesinde aşılması imkânsız derecede zor dikenli telleri aşarak, İsrail askeri aracının içinden iki İsrailli askeri canlı yakalayıp dakikalar içinde Lübnan'a dönmüştü. İsrail'in verdiği karşılıktan daha önce Lübnan'a saldırmayı planladıkları ortaya çıkmıştı...
İsrail'in hedefleri bellidir, değişmez. ABD'de başkanlar değişir ama İsrail-ABD ilişkisi de değişmez.
Trump'ın yeni kabinesinin ayak sesleri,
Suriye'nin kuzeyinde
"PKK devleti" kurma planlarından vazgeçmeyeceklerini gösteriyor. Mahut planın İsrail'in hedefleri doğrultusunda hayata geçirilmeye çalışıldığını da İsrail'in bakanları bile itiraf ediyorlar.
Türkiye'yi paramparça edecek bu planın "insan malzemesi" bizim Yusuf'umuzun şeytanlaştırmaya çalıştığı Şii sosyolojiden değil, maalesef Sünni sosyolojiden mürekkep. Demek ki mesele, mezhep omurgası değil, direniş omurgasıdır.
Bu gerçeği, genelkurmay başkanları düzeyinde İran'la görüşüp askeri ittifak kurma peşine düşen (ama Çin'in katkısıyla ama değil)
Suudi Arabistan bile gördü.
Sözün özü şudur: Küba'dan
Yemen'e, İran'dan
Venezuela'ya kadar savunurken kendimizi savunuyoruz, kendimizi yani Türkiye'yi.