Geçtiğimiz hafta sabır ve şükür konusuna değinmiştik.
Bu konular kadar önemli iki husus daha var ki.
Onlara da bu mübarek ay vesilesi ile değinmek istiyorum.
Bu haftanın konusu "paylaşmak ve öfke"
***
Ramazan, yalnızca aç kalmaktan ibaret değil; asıl mesele paylaşmak, bölüşmek ve hissetmek…
Açın halinden anlamak, soframızı ihtiyaç sahiplerine açmak ve en önemlisi sevgimizi, merhametimizi paylaşmak.
Maddi yardımlar elbette önemli ama manevi paylaşım da bir o kadar kıymetli.
Bir tebessüm, bir güzel söz, bir gönül alıcı davranış… Bunlar da elbette sadakadır.
Oruç, ruhu terbiye eden bir ibadettir. Sabırla geçirilen saatler, insanın iç muhasebesini yapmasını sağlar.
Nefsimizi dizginleyip sabrı kuşandığımızda, iç huzurumuz da artar.
Ramazan yalnızca açlıkla sınandığımız bir ay değil; bencilliği törpüleyip, empatiyi güçlendirdiğimiz bir rahmet mevsimidir aynı zamanda.
Paylaştıkça bereketlenen, bereketlendikçe anlam kazanan bir manevi atmosferdir.
Peygamber Efendimiz (S.A.V), "Komşusu açken tok yatan bizden değildir" buyurmuştur.
İşte bu hadis, ramazanın ruhunu en güzel şekilde özetler bizlere.
Açlığı hissederken, bir başkasının açlığını gidermek için harekete geçmek…
Gerçek oruç bu değil mi sizce?
***
Dün bir iftar sofrasında binlerce insanla buluştuk.
Kızımla Asya ile birlikte oturduk iftar sofrasına. Daha 4 yaşında ama eminim ki hafızasında kalacak güzel ve özel bir hatıra.
Mekân da güzeldi insanlar da. Paylaşmanın belki de en güzel halini yaşadık Süleymaniye Camii'nin bahçesinde. Çocuklar, kadınlar, yaşlılar dünyanın farklı yerlerinden insanlarla hep birlikte aynı sofrada orucumuzu açtık.
Paylaşmak elbette sadece maddi şeylerle olmuyor.
Bir duyguyu, bir sevinci, bir huzuru veya bir mutluluğu da hiç tanımadığın insanlarla paylaşabilmek de ne güzel…
Ailecek, komşularla, sevdiğimiz insanlar da aynı sofrada buluşuyor olabilmek gönlümüzü ve ruhumuzu doyurmaz mı? İşin sonunda paylaşmak var sonuçta.
Öfkene Oruç Tut
Ramazan ayı, bazılarımız için ise ne yazık ki sinir harbine dönüşebiliyor.
Trafikte birbirine bağıranlar, iş yerinde en ufak bir aksaklıkta öfkelenenler, sokakta tartışmaya tutuşanlar… Bahaneler hep aynı: "Oruçluyum, açım, susuzum, sinirim bozuk."
Oysa oruç; sadece mideyi değil, dili, kalbi ve ruhu da terbiye etmeli.
***
Peygamber Efendimiz (S.A.V), "Oruç, bir kalkandır. Oruçlu kimse, cahillik edip kötü söz söylemesin. Eğer biri ona sataşır veya kavga etmek isterse, 'Ben oruçluyum' desin" buyurmuşken...
Oruç, öfkeyi alevlendiren değil; söndüren bir ibadet olmalıdır biz Müslümanlar için.
Eğer açlık ve susuzluk bizi daha tahammülsüz yapıyorsa orucun ruhunu tam anlamıyla idrak edemiyoruz demektir.
Çünkü oruç nefsin esaretinden kurtulmak içindir. Aç kalmak için değil!
Ramazan, sabrın en güzel öğretmeni değil mi?
Gün boyu aç kalabiliyorsak, birkaç saatlik sabrı da gösterebiliriz. Bu durum zor olmamalı!
Unutmayalım ki, gerçek güç sinirlenmemek değil, sinir anında kendini kontrol edebilmektir.
Yüce yaradan, "O takvâ sahipleri bollukta da darlıkta da Allah yolunda harcarlar, öfkelerini yenerler, insanları affederler. Allah işini güzel yapanları sever. (Ali İmran, 134) buyuruyor.
Bu vesile ile oruç, sadece bedenimizi değil, kalbimizi de arındırsın.
Ey oruç, nefsimizi tut ki, biz de kendimizi tutabilelim!