Ülkede
"Milli Yas" ilan edilmiş!
Enkaz altından bir canı sağ kurtarmak için büyük mücadele devam etmekte...
Ama kin ve nefretle malûl zihinlerin
"milli hastalığı" yine depreşmekte.
İntikam duygusu ile öylesine akıl mantık zincirinden kopmuşlar ki 48 saat bile sabredemediler.
Ne diriye ne ölüye saygıları var.
Bir an önce hesap görme derdindeler!
Hedef aldıkları isimler malûm. O hınçları bitmek tükenmek bilmedi.
Bununla da kalmıyorlar...
Devlete duyulan güveni sarsmaya çalışıyorlar.
İstiyorlar ki...
Sadece binalar değil, kurumlar da yıkılsın.
Ülke ve millet kolay kolay toparlanamasın!
Böylece... Bastırılmış ne kadar kirli duyguları ve rövanşist planları varsa bir kalemde hepsini görmeyi amaçlıyorlar!
Elbette, azgın azınlık ile sağduyulu kesimlerin eleştirilerini, bilim insanlarının önerilerini birbirinden ayırıyoruz.
Sosyal medya operasyonu çekenlerin sayısının sanıldığından az ama kitleleri manipüle etme etkilerinin hafife alınmayacak düzeyde olduğunu biliyoruz!
***
17 Ağustos ve 12 Kasım 1999 depremlerini ailece yaşamış, baba evi oturulamayacak duruma gelmiş, yıkımın acısını bilen biri olarak söylüyorum...
Büyük afet hallerinde...
Olay öncesi, olay anı ve olay sonrası ayrı ayrı ele alınmak zorundadır.
Deprem öncesine baktığımızda... Vatandaş olarak...
Fay hatları üstünde oturduğumuz gerçeği
ile yüzleşmek için -maalesef-
"bedel ödemeye" devam ediyoruz.
Kentsel dönüşümü, sağlam konutlarda
oturmak için değil, ilave daire edinme fırsatı
olarak önceliyoruz.
Merkezi hükümeti ve yerel yöneticileri
suçluyor ama toplum olarak davranış değişikliğini
başaramıyor, günlük gaileler içinde çözümleri
topluca öteliyoruz.
İmar aflarıyla kâğıt üzerinde düzelttiğimiz
binaların temellerinin çürük olduğunu göz
ardı ediyoruz!
Ve bütün bunları...
Siyasi görüş, memleket, meşrep, mezhep, eğitim durumu vb. fark etmeksizin bizler yapıyoruz. Genel manada güzel konuşanlarımız bile iş kendilerine geldiğinde
"bir tanıdık bulmayı" marifet sanabiliyor!
***
Olay sırasına geldiğimizde...
Artık afet yönetimi ile karşılaşıyoruz. Yani, yıkılan binaların enkazına ulaşmaya çalışıyoruz.
İşte o anda... İnsan kabiliyeti, kurumsal birikim, organizasyon yeteneği ön plana çıkıyor.
Kriz dönemlerinde devletin gücünü görmeye alışmış insanlarımız haklı olarak, her bir yıkıntının önünde kurtarma ekibi ve iş makinesi görmeyi umuyor.
Sarsıntının büyüklüğü, ardı ardına tekrarı, birbirine yardımcı olabilecek illerin birlikte çökmesi, ağır kış şartları, ulaşım ve iletişim şebekesinin depremden yer yer olumsuz etkilenmesi, çarkın hızlı dönmesini geciktirebiliyor.
Enkaz altından canların kurtarılması, hastaneye sevki, evleri yıkılanların barınma ve temel ihtiyaçlarının karşılanması noktasındaki takdire şayan performansımızı diğer alanlarda kalıcı kılamıyoruz.
Her bir ailenin evinde deprem kiti bulunması, depremden korunma bilincine sahip olması, ilk yardım kursu alması gibi temel konular, bizlere angarya gibi geliyor!
***
Olay sonrasında ise...
Enkazın kaldırılması, hasar tespiti, yeni konutların yapımı süreci başlıyor.
Ruhsal çöküntünün giderilmesi için uzun süreli psikososyal destek hayati önem kazanıyor.
Sorumluların bulunması, hukuk önünde hesap sorulması mutlaka gerekiyor.
Bugünden sonra, AFAD'ın ötesine geçen Acil Durumlar (ve Göç Yönetimi) Bakanlığı şeklinde yapılanma kaçınılmaz hale geliyor.
Ve nihayet... Ya anayasal düzenleme yapma ya da kentsel dönüşüm anayasasını çıkarıp tavizsiz uygulama zarureti karşımızda duruyor.
Son olarak...
Mensubu olmaktan gurur duyduğum bu büyük milletin dayanışma gücüne bir kez daha hayranlığımı ifade ediyorum.