Sanki seçim bitmiş, sandıkta netice alınmış gibi bir telaşları vardı.
"Erken gelen oturur" misali pek çok kişi salonda koltuk kapma gayretine girişmişti.
"Salon kalabalık mıydı?" Evet... Peki, "
6 genel başkanın 'uyumlu görünme çabası'
parti tabanlarında siyasi nezakete ve paylaşıma dönüşmüş müydü?" Hayır.
Öyle ki... Bütün salon kompartımanlara ayrılmıştı.
"Hanımefendi oradan kalkar mısınız? O bölüm DEVA Partisi'ne ayrıldı!"
"İyi ama benim yerime oturmuşlar!"
"Vallahi orasını bilemeyiz!"
"Gelin o zaman, birlikte gidelim de bana ayrılan yeri boşaltın ancak o şartla kalkarım!"
İlk izlenimler böyle...
6'lı Masa'nın Ortak Politikalar Mutabakat Metni takdim toplantısında, politik
doku uyumsuzluğu ve konjonktürel birliktelik
sıkıntısı her an kendisini hissettiriyordu. Alkış
almaya, tribüne oynamaya aday o kadar cilalı
sözler duyduk ki...
Cumhurbaşkanı
Tayyip Erdoğan, bir beyanatı, birkaç kararnamesi ve bir haftalık Meclis mesaisi çağrısı ile Millet İttifakı'nın vaatlerinin onda dokuzunu boşa çıkarabilir. O denli ilginç bir metin okundu bizlere.
Ne tür vaatler dizisi ile karşılaştık? Esasen,
"Siyasal Aşure" servis edilmişti. Bolca
Ali Babacan, uzun uzun sıralanan başlıklarıyla
Ahmet Davutoğlu, klişeleşmiş söylemleri ile
Kemal Kılıçdaroğlu ve az biraz da
Meral Akşener,
Temel Karamollaoğlu ve
Gültekin Uysal mutfağından katkılar dikkati çekiyordu.
Temel mantığı ne idi?
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'ni ve kurumsal yapısını tasfiye etmek, geriye dönüşü sağlamak!
Başka?
Elbette, AK Parti döneminde hayata geçen pek çok uygulamanın devamı. Tabii ki utangaç bir dille, o başarılı modelin takdir edilmesi yerine,
"güçlendirilerek sürdürüleceği" söylemi!
Verilen emeği göz ardı etmeyelim.
Türkiye için kolaylıkla uyarlanacak, mevcutların iyileştirilmesi suretiyle etkinliğinin artırılmasını sağlayacak öneriler de yok değildi.
Maalesef... Ana yaklaşımı,
"kapatma ve yıkma" üzerine kuruluydu.
Cumhurbaşkanlığı'ndaki ofis ve politika kurulları
ile Varlık Fonu'nun lağvedilmesi, teröre yardım
ve yataklık yapan belediyelere kayyum
atamasına son verilmesi, OHAL düzenlemesi
ile devletten temizlenen FETÖ'cülere yeşil ışık
yakılması, çoklu baronun kapatılması, kuvvet
komutanlıklarının yeniden Genelkurmay'a bağlanması,
devletin resmi uçak envanterinin azaltılması,
Altay Tankı üretimi için imzalanan Tank
Paleti Fabrikası kiralama sözleşmesinin iptali,
Cumhurbaşkanlığı'nın Çankaya Köşkü'ne taşınması
vs. vs.
Devlet okullarında ücretsiz süt ve yemek dağıtımı, ilk kez konut alımından tapu harcı tahsil edilmemesi, eğitim hizmetlerinde KDV'nin sıfırlanması, parti kapatma davası açılmasının TBMM'nin iznine bağlanması, askeri liselerin ve askeri hastanelerin açılması, hayvan haklarının anayasal güvenceye kavuşturulması gibi alt başlıklar da söz konusuydu.
İlginçtir...
Suriyelilerin davul zurnayla gönderilmesine dair bağlayıcı sözler mutabakat metninde yer almıyordu. Sadece,
"Mümkün olan en kısa sürede" ülkelerine
gönderilmelerinden söz ediliyordu. Kaçak göçmen
çalıştıran işletmelere ceza, yabancılara ait
ruhsatsız işletmelere kilit vurulması gibi yaptırımlar
da Suriyeli karşıtlığına oynamaya dayalı
cin formül gibi duruyordu.
Ancaaak! Ortak metin peşin hükümle yazılmış, tehdit cümleleriyle doluydu.
Örneğin...
Kamu-Özel İşbirliği Projeleri'nde yolsuzluk yapıldığını baştan kabul eden, bu projeleri yüklenen firmalara karşı yasal işlem başlatılacağını vurgulayan ifadeler, sermayeyi kaçırmak için düzenlenmiş gibiydi.
Medya kuruluşlarının denetlenmesi görüntüsü altında medya sahipliğine yönelik kullanılan ifadeler, açıkça savaş ilânı izlenimi veriyordu.
Anayasa Mahkemesi ve AİHM kararlarının uygulanması noktasında, itirazi nedenleri bulunan hâkimlerin görevlerini kötüye kullandığını savunan ve tazminata mahkûm edileceklerini kayda geçiren ifadeler de tehlikeli idi.
Sözün özü...
6 ayrı parti, ortaklaşma adı altında, kendi bakış açılarına göre önemsedikleri cümleleri alt alta yazmışlar,
"kervan yolda düzülür" anlayışıyla hareket etmişler, günlük siyasette prim yapmak için göz boyama nitelikli kimi icraata abanmışlar. Yer yer göz ardı edilmemesi gereken reçetelerini ise
"devri-i sabık!" zihniyetine kurban etmişler!
Belli ki 13-15 Şubat'ta açıklanacak adayın eline bu metni tutuşturup,
"Sen makama otur, ülkeyi yönetmeyi bize bırak!" diyecekler.