Sözü dolandırmanın manası yok. İstiklal Caddesi'ndeki terör eylemi için kimse muhalefeti suçlamıyor. Bu iddia, bilgi ve algı çarpıtmasından ibaret! Ama siyasetin bir kanadında, gömleğin ilk düğmesi yanlış iliklendiği için kamuoyuna yansıyan açıklamalarda sakatlıklar söz konusu.
Meselâ...
Terör eylemini kınayacak, buna karşın terör örgütü PKK/YPG ismini zikretmeyeceksin!
Irak, Suriye sahasındaki küresel stratejik hesapları görmeyecek, gelip gelip Türkiye'yi masaya yatıracaksın.
Terör örgütlerini besleyip büyüten odaklara, siyasi uzantılarına çıkışmadan, meseleyi sadece ülkeyi yönetenlere bağlayacaksın!
Yani...
Terörü, terör yandaşlarını, örgütçüleri teğet geçecek... Sonra da ilk cümlene...
"Türkiye'nin, Suriye politikası yanlıştı. Önce bunu kabul etsin" diye başlayacak, sanki böylece terör olayları duracak gibi bir izlenim yaratacaksın!
Bakınız...
Suriye iç savaşının ilk günlerinden itibaren Türkiye'nin siyasi ve askeri duruşu düz bir çizgide ilerlemedi. Dinamik şartlara, terör örgütlerinin kullanılma biçimine, İran'ın paramiliter faaliyetlerine, ABD ve Rusya'nın aldığı pozisyona, İsrail'in hamlelerine, Esed rejiminin acımasız yöntemlerine, daha çok insani nedenlere göre şekillendi.
Elbette... Doğrular, yanlışlar ve eksiklikler de oldu.
Her şeye rağmen ana doğrultu değişmedi!
Suriye'nin siyasi ve toprak bütünlüğü... Eli kanlı rejimin Suriye'nin geleceğinde yerinin olmadığı... Terör koridoruna geçit verilmeyeceği... Kadın, çocuk masum sivillerin ölüme terk edilemeyeceği... Bölücü terör örgütünün yuvalanmasına ve Türkiye'ye saldırmasına kayıtsız kalınamayacağı gibi...
AK Parti ile yolunu ayıran kimi siyasilerin, ihtirasları yanında Şam'daki birebir görüşmelerinin içeriğini -o tarihte- Ankara'ya ne kadar ve nasıl yansıttığı ise ayrı bahis!
Aynı şekilde...
Türkiye'den gelen,
"uçuşa yasak bölge, güvenli insani bölge ve ortak kara harekâtı" teklifinin ABD -Başkan
Obama- tarafından destek görmemesi,
TSK'nın o zaman bünyesine sızmış
olan FETÖ'cülerin ayak sürümesi yüzünden
zorunlu bölgesel harekâtların gecikmesi,
Kırmızı çizgi ilan edilen kimyasal silah
kullanımına karşı uluslararası koalisyonun
Esed rejimini cezasız bırakması,
Rusya'nın insafsızca Halep ve çevresini
bombalaması, kitlesel göç dalgasının hızlanması,
Suriye'de yerinden edilen siviller için
İdlib'de yaşama şansı tanınırken silahlı grupların
tasfiyesi için inisiyatif alınması,
Türkiye'nin tüm uyarılarına rağmen
ABD'nin, Irak'ta mezhepçi politikalara
göz yumması, dışlanan Sünni grupların ise
Suriye'deki otorite boşluğundan da istifade
ile sözde İslam devleti kurma söylemi üzerinden
alana yayılması,
DEAŞ terör örgütü ile mücadele bahanesiyle
güya laik kimlikli Kürt grupların ama
esasında PKK terör örgütünün ABD tarafından
operasyonel ortak seçilmesi,
DEAŞ'la karada savaşan tek ordunun
TSK olduğunun ısrarla görülmemesi,
ABD'nin hava bombardımanları ile Kuzey
Suriye'de demografinin değiştirilmesi ve
buralarda YPG/SDG'ye mahalli koruma sağlanması...
Günün sonunda... Suriye problemi Türkiye'ye
"milli güvenlik, sosyolojik kırılganlık, ekonomik hassasiyet" yönleri ile doğrudan etki etti. Haliyle riskler de üretti.
Gel gör ki...
Türkiye; terörle kaynağında mücadele, askeri, istihbari ve teknik kapasiteyle teröristleri, sivillerden ayrıştırarak etkisiz hale getirme iradesinde son dönemde gayet başarılı. Bu çabaya kimse gölge düşürmemeli. Suriye'de kalıcı çözüm için perde gerisinde atılan adımları hafife almamalı.
Ve nihayet...
PKK/YPG'nin, taşeron terörist kullanma, Suriye'de kalıcı hâkimiyet kurma, yöredeki Arap aşiretlerden militan devşirme faaliyetleri de yine ve yeniden dikkatle ele alınmalı!