Türkiye ekonomisine ilişkin gerçekler ve simülasyonlar üzerine başladığım yazılara, çarpıcı bazı verileri, ilgilenenlerin dikkatine sunarak devam etmek istiyorum. Esasen çizeceğim tablo sadece piyasa profesyonelleri ile sınırlı olmayıp, sade vatandaşın da dünle bugünü karşılaştırması açısından faydalı olacak mesajlar içeriyor. Üstelik bu yaklaşım, yarına dair ipuçlarını da bünyesinde barındırıyor.
Elbette, ekonominin ders kitaplarında okutulan, kapitalist liberal sistemin temelleri ile şekillenen test edilmiş kuralları var. Bu kuralların mutlak doğruluğundan ziyade yaygın uygulamasından ve kendi içindeki doğrularından söz edilebilir. Kaldı ki işin kitabını yazanların da oyunun esaslarını belirleyenlerin de aynı merkezler olduğu dikkate alındığında, ekonominin genel ezberlerine ilişkin tartışma veya sorgulama alanı kalmadığı da herkesin malûmu! Meselenin bu yönü önümüzdeki yıllarda daha çok konuşulacaktır. Benim bugün vurgulamak istediğim husus, ekonomi politiğin özünde belli tercihleri ve kararları içerdiği gerçeği.
Denilebilir ki
"Onaylanmış piyasa hükümlerine karşı çıkmak ne kadar doğru?"
Bu soru makul gibi görünmekle birlikte, eldeki tüm parametrelerin birlikte ve tekrar tekrar değerlendirmesine olan ihtiyaç hiç bitmeyecek.
Şimdi,
"enflasyonla faiz arasındaki sebep sonuç ilişkisine" girecek
değilim. Bunun ötesinde, ekonomideki
yerleşik kabullerin yani pastanın paylaşımının
bir başka gözle masayla yatırılması
gereğini önemsediğimi belirtmek isterim.
İşte bunun içindir ki
"düşük kur-yüksek faiz" sarmalına sokulan, üretimden ziyade
ithalatın cazip kılındığı ekonomik şartlara
itiraz etmekte bir sakınca yok. İtiraz
sonrası ise izlenecek yola dair farklılıklar
olabilir. Ama siyaset kurumu, bedelini
üstlendiğine göre, ortaya konulan formülasyonun,
sadece bir deneme sayılabileceğini
savunan gruplar, mutlak manada
samimi bulunamaz.
Bakınız, Aralık 2021'e dönüldüğünde...
Eğer döviz kurlarını frenlemeyi hedefleyen tedbirler alınmasaydı, yapılan projeksiyonlara göre,
Bankacılık sisteminden nakit çekilişinin başlayacağı ve finansal sistemik risk yaşanacağı,
Enflasyonun minimum yüzde 150 seviyesine fırlayacağı,
Bütçeye en az 1,5 trilyon liralık yük geleceği inkâr edilemez bir realite!
An itibariyle,
"ölümü gösterip, sıtmaya razı etme" yöntemi izlemiyorum.
Sadece... Küresel ve bölgesel tehditlerin
arttığı, enerji krizinin derinleştiği, gıda
açığının global problem haline geldiği,
düzensiz göç ve güvenlik tehlikesinin arttığı
bir dönemde Türkiye'nin ve ekonomisinin
daha insaflı değerlendirilmesi gerekliliği
ile tahrip edici yorumlardan uzak
durulması zaruretini kayda geçiriyorum!
Unutmadan...
Mesela, bizim dışımızda gelişen Euro/ Dolar paritesine bir bakalım. Dolar ile hammadde ve ara malı ithalat edip, Euro satan Türkiye... Sadece Dolar'ın, Euro ile eşitlenmesi nedeni ile yaklaşık 8,5 milyar dolar ihracat kaybı ile karşı karşıya. Buna rağmen, yılsonunda 250 milyar dolar ihracat hedefini aşmaya aday. Piyasaya şu an 8,5 milyar dolar enjekte edildiğini düşünsenize... Kur baskısı nasıl hafiflerdi acaba?
Veya...
Yıllık 45-50 milyar dolar civarındaki enerji ithalatımızın, bu yılki olağanüstü koşullar ve fahiş fiyatlar yüzünden 103-104 milyar doları bulabileceğini, buna rağmen cari açık finansmanında büyük bir gayret sarf edildiğini kim görmezden gelebilir ki...
Özetle...
Yapısal ekonomik tercih değişikliği ve buna karşı gelişen piyasa direnci mevcutken... Enerji kaynaklı ödemeler dengesi zorlaması, kur atakları ve yüksek enflasyon tablosu da ortada iken... Türkiye ekonomisinin büyük bir mücadele verdiğini kimse hafife alamaz. Hayat pahalılığına reçete geliştirme, geçim sıkıntılarını azaltma, hakiki ihtiyacı olan firmaları kredilendirme, yatırımları teşvik, toplumun kırılgan kesimlerini mali yönden ayakta tutma iradesi bu ülkenin sigortasıdır!