Buhranlar Çağı’nda Türkiye’nin bağışıklığı!
Tüm dünya, elbette Türkiye de büyük bir sınamadan geçiyor. İçeride bize özgü, erkenden başlayan seçim hesapları ile ivmelenen, algı operasyonları ve dezenformasyonla beslenen oynak gündem söz konusu. Dışarıda ise Türkiye'nin bağışıklığının test edildiği ama aynı anda yön verilmesi gereken sarsıcı gelişmelerin yaşandığı zorlu bir dünya var.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, 13. Büyükelçiler Konferansı kapsamında Ankara'da bir araya gelen büyükelçilerimize hitap ederken tam da bu noktanın altını çiziyordu. Erdoğan, merhum Cengiz Aytmatov'dan alıntıyla, "Bir asra bedel olan bu dönemlerde en küçük bir hatanın, ihmalin sonuçları çok ağır olacaktır" derken çok haklıydı. "Yurtta barış, dünyada barış ilkesi ancak proaktif, girişimci ve sorumluluk üstlenen yaklaşımlarla gerçeğe dönüşebilir" mesajıyla da dün ve bugün arasındaki farkı özetliyordu.
***
13. Büyükelçiler Konferansı, "2023 ve Ötesinde Akil ve Müşfik Türk Diplomasisi" temasıyla düzenlendi. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, dünyanın huzursuz ve dengesini arayan bir konumda olduğuna değinirken, şu vurucu tespitini paylaştı:
"Stratejik rekabetlerde büyük güçler kafa tokuşturuyor. Bunların nedenleri iklim değişikliğinden enerji ve ekonomik sistem dönüşümüne, güç transferleri ve rekabetlerinden uluslararası kurumların artan zafiyetlerine kadar çok çeşitli etkenlerde aranabilir."
Sonra...
Şu an girilen dönemin adını koydu:
"Buhranlar Çağı!"
Çavuşoğlu, dünyanın bu karmaşaya gözü kapalı girdiğini hatırlatarak, şoklara karşı dayanıklılık ve sürdürülebilirliğin temel şart haline dönüştüğünü de kayda geçirdi!
İç siyasetin seyrinin, ekonominin gidişatının jeopolitik ve jeostratejik denklemden ayrı düşünülemeyeceği bir eşikteyiz. Türkiye'ye kısa vadeli, anlık sıkıntılar üzerinden bakan muhalif tutumun "süreli tepkisellikten öteye geçemeyeceğini" gösteren yığınla veriye odaklanmak durumundayız. Örneğin ekonomi... Sadece kağıt üzerindeki rakamlardan ibaret olsa, muhalefetin kimi söylemlerine kitlelerin biraz kulak kabartması beklenebilir. Ama mesele görünen yüzünden ibaret değil. Türkiye'nin, zamanın ruhundan kaynaklanan ve bilinen bilançosu dışında da emniyet supabı görevi gören bir dizi avantajı mevcut.
Rusya'nın, Ukrayna'yı işgali ile başlayan gerilim, enerji ve gıda krizi olarak dünyayı etkisi altına aldı. Tabiri caizse "küresel açlık krizi" Cumhurbaşkanımızın şahsi gayretleri ile aşıldı. Doğalgaz krizi ise Avrupa'yı esir almış durumda. Düşünsenize... Finlandiya, Estonya ve Bulgaristan yüzde 100, Polonya yüzde 81, Avusturya yüzde 80, Macaristan yüzde 78, Almanya yüzde 54, İtalya yüzde 33 oranında Rus gazına bağımlı. Bu ülkelerin yedek planlarıyla ısınma sorununu halletmeleri durumunda dahi üretimlerini kesintisiz sürdürmeleri neredeyse imkansız. İşte bu yüzden son haftalarda Türkiye'nin dört bir yanındaki sanayi bölgelerine Avrupalı üreticiler geliyor. Hem tedarik hem de imalat için Türkiye'deki fabrikaların sahiplerine uzun vadeli kontratlar öneriyorlar. Avrupa'da durması muhtemel üretimin devamlılığının Türkiye üzerinden tesis edilmesi, Türkiye ekonomisinin güven ve istikrarı açısından da başlı başına gösterge. Avrupalı firmaların, Türk işletmecilerle işbirliği içinde Rusya'ya ihracata yönelmesinden bahsetmiyorum. Avrupa üretiminin teminatının Türkiye olduğunu belirtiyorum.
Unutmadan... Rusya'ya yönelik yaptırımların Türkiye kanalı ile bypass edileceği iddialarına karşı Ankara son derece duyarlı. Her şey kitabına göre!
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Dışişleri Bakanı Hakan Fidan: Nükleer savaş riski var, şaka değil (24.11.2024)
- Pandemi sonrası toplumun ruh sağlığı! (23.11.2024)
- Ekonomiye dair kısa Notlar... (21.11.2024)
- Küresel zirveleri etkileme kabiliyeti... (20.11.2024)
- G20 Zirvesi... Erdoğan, Rio’da Biden’ı uğurlarken... (19.11.2024)
- AK Parti... Değişim, Değişiklik, İhtiyat! (16.11.2024)
- Etki ajanlığı mı, yeni nesil casusluk mu? (14.11.2024)
- Geleceğe hazırlanmak… (12.11.2024)
- MİT, belediye takip eder mi? (09.11.2024)
- Başkentte güncellenen Trump Dosyası... (07.11.2024)