Devlet dediğiniz nedir?
Milletin demokratik tercihlerine göre, anayasal çerçevede, siyaset eliyle yönetilen kamu aygıtıdır. Devletin en önemli özelliği ise
"Düzenleyici ve denetleyici otorite" olmasıdır. Bakınız bugünkü, dünya tarihi bir kırılmanın eşiğinde. Gerek pandemi krizi gerekse Rusya'nın Ukrayna'yı işgali, devletleri açık veya örtülü biçimde dış ticarete ve hatta piyasalara müdahil olmaya zorladı. Emin olun, serbest piyasanın örnek gösterilen ülkeleri bile bu genel gidişatın istisnası değil.
Bir diğer soru...
Türkiye'nin, çözmesi gereken mühim sorunu nedir?
Her ankette
"Ekonomi" başlığı ezici olarak ön plana çıkıyor. Ekonomi, geniş bir tanım. Ama hali hazırda işin özünü
"fiyat istikrarı ve finansal istikrar" oluşturuyor. Fiyat istikrarı dediğimiz, tabii ki enflasyonla mücadele. Finansal istikrar da daha çok mali piyasaların seyrine işaret ediyor. Gerek fiyat gerekse finans istikrarı etle tırnak gibi birbirine bağlanıyor ve karşılıklı yüksek etkileşim içinde gelişiyor.
***
Mevcut iç ve dış şartlarda Türkiye için
"süreç yönetimi" ağır basıyor. Dinamik ve dikkatli olmayı gerektiren bu yönetim tarzı, ister istemez orta-uzun vadeli program mantığından biraz ayrışıyor. Eğer az zamanda çok ve büyük işler yapmak mecburiyetinde iseniz önce sinyal verip çok geçmeden temel piyasa davranışlarını etkileyecek kararlar alabilirsiniz. Buradaki hassas noktayı, alınan kararların geçici olması ile öngörülebilir ekonomi perspektifinden sapmaya izin verilmemesi tayin eder. Yani piyasa profesyonellerinden sade vatandaşa kadar uzanan geniş yelpaze,
"asgari güven zeminine" oturmalıdır. Bu da ekonomik içerikli siyasi kararların, titiz iletişim yönetimini zaruri kılmaktadır. Aksi takdirde ortalık,
"sermaye kontrolü, ithalat kontrolü" gibi yığınla spekülasyonla zehirlenebilir. Oysa bu manada kontrol edilen bir şey yoktur. Ama piyasa da kontrolsüz değildir!
***
Kısa süre önce Hazine ve Maliye Bakanlığı'nın, ardından Merkez Bankası ve BDDK'nin duyurduğu kararlar, işin erbaplarınca
"sürpriz nitelikli görülmemiştir." Gerek sözlü gerekse yazılı kanallarla
"bilmesi gereken, bilmesi gerektiği kadar" kuralı işletilmiştir. Olayın, geniş kitlelerdeki yansıması, piyasa oyuncularına yansımasından farklıdır. Bankacılık sektörü ve özel kesim, TL kredi kullanımı ile şirketlerin döviz varlığı arasındaki ilişkinin sürdürülemezliğinin elbette farkındaydı. Bir yandan döviz ve altının üstüne yatıp diğer yandan görece ucuz maliyetli TL kredi talebinde bulunmak, sonra bu varlıkları yatırım veya işletme sermayesi yerine yine yabancı para alımında kullanmak, günümüz koşullarında asla hoş görülemezdi. Öyle de oldu.
"Elin taşı ile elin kuşunu vuranlar" hem dövizde suni baskı oluşturuyor hem kurdan
enflasyona yüksek tesirli geçiş yüzünden
halkın ekmeğiyle de oynuyor hem de bu
duruma kızan halkı adeta siyasetçiye karşı
kışkırtıyorlardı.
Yetmedi... Ülkemizin önde gelen iş insanları hatta iş dünyası örgütleri içinde, bankalardaki TL kredi limitlerini sonuna kadar kullanıp, mal stoklayanların bulunduğu artık
"herkesin bildiği sır" niteliğinde.
Ve nihayet... Yeminli mali müşavirlerini, vergi cenneti olarak bilinen ülkelere gönderip, tabela şirketleri üzerinden sermaye transferi yapmaya çalışanlarda da iş âlemi için malûmun ilânı gibi.
Özetlemek gerekirse...
Mal, hizmet ve döviz fiyatlarındaki oynaklık sadece hükümetin problemi olarak görülmemelidir. Yanlış anlaşılmasın... Ekonomik sorunlar, dar ve sabit gelirliyi olumsuz etkilerken öncelikle hükümetin başını ağrıtır, çözüm makamı da hükümettir. Lakin hükümeti, piyasanın alengirli kurguları karşısında, ringde tek kolu bağlı boksör sanmak büyük yanılgıdır. Ekonomi yönetiminin aldığı kararlar sonucu yaptıkları kasti faulün bedeline şu an katlanması gereken piyasa aktörlerinin, bu kez tasarruf sahiplerini tahrik edici beyanlara yönelmesi ise affedilmeyecek günahlardandır!