Ülke gündemi ne zaman siyasete boğulsa, ne zaman seçim tartışmaları erkenden başlasa, milletin kaderini ilgilendiren konularda daha hassas olma gereği önem kazanıyor. Kurumsallaşma açığını yeni yeni kapatmakta olan Türkiye'mizde, stratejik işler doğal olarak özveri ile yürüyor. Yani, cesaretli veya işinin delisi insanlar, rutine hapsedilmek istenen mühim projeleri sırtlanıp ileriye taşıyor.
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'nin 4 yıllık performansını değerlendirdiğimiz bugünlerde, bir ayrıntının dikkatlerden kaçmaması gerekiyor. Sistem, doğası gereği Cumhurbaşkanını merkeze alıyor. Ama bu durum bizde, sorumluluktan kaçınan kimi aktörlerin topu Külliye'ye atması şeklinde tezahür edebiliyor. Bu da ister istemez "merkezileşme eleştirilerine" yol açıyor. Oysa Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın liderlik ettiği ve hükümet programıyla taahhüt ettiği bir ajandası söz konusu. Erdoğan'ın kredi açarak göreve getirdiği -her düzeyden- bazı isimler, bırakınız özel inisiyatif almalarını, sadece tanımlı yetkilerini kullansalar, yani Cumhurbaşkanımızın duyduğu güvenin gereğini hakkıyla yerine getirseler pek çok şey bambaşka seyredecek.
***
Günümüz Türkiyesi, kısır döngü nitelikli gündemlerle çağın dayattığı öncelikler arasında öylesine şaşırtıcı uçlarda dolaşıyor ki... Resmin bir yüzünde büyük umut, diğer yüzünde karamsarlık hâkim olabiliyor. Biz, bardağın dolu tarafına bakanlardanız. Neden? Çünkü Türkiye büyümek, refahı tabana yaymak mecburiyetinde. Bunun için "katma değerli yatırımlara", "milli imkânlarla geliştirilen projelere" dört elle sarılmak durumundayız. Türkiye'nin kalkınma öyküsü, dışarıdan çok içerideki zihniyetle mücadelenin özetidir aslında. Elbette, dış ajanlar da içeriden devşirdikleri farklı pozisyondaki etkili isimlerle ya yapay kamuoyu oluştururlar ya da bürokrasiyi kilitleyiverirler!
Bakınız, bugünlerde meselenin taraflarının iyi bildiği ama henüz geniş kitlelere mâl olmayan bir tartışma alttan alta sürüyor. Malûm dünya, teknolojide müthiş bir yarışta. Küresel rekabette yaya kalmamak için "dijitalleşme eşiğinin" aşılması kaçınılmaz.
Peki, ama nasıl?
Ya ithalatı tercih edecek ya da kendi kabiliyetinizle üreteceksiniz...
Bam teli de burası!
Örneğin bu sıralar 5G teknolojisi üzerinden oldukça çarpıcı mücadele yürüyor. Bir an önce 5G'nin kullanılmasını isteyenler ile bu teknolojiyi Türkiye'nin başarması gerektiğini savunanların tezleri çarpışıyor. Hemen 5G'ye geçersek bilhassa sanayinin birçok fırsattan yararlanacağını, nesnelerin interneti başta olmak üzere yüksek teknolojiye dayalı tarihi sıçrama yaşanacağını ileri sürenler yoğun lobi faaliyeti yürütmekte. Buna karşın, iki yıl içinde yazılımı, donanımı ve uç ürünleri ile Türkiye'nin bu teknolojiye sahip olabileceğini, bilişim sektöründe yepyeni bir eko sistem başlatabileceğini düşünenler de sahnede.
Bir tarafta "Gecikmeyelim, teknolojiye hemen ulaşalım ama aynı zamanda ortaklıklar kuralım" diyenler yer alırken...
Diğer tarafta da şu görüşün temsilcileri yer alıyor:
"Türkiye'yi ithalat cennetine çevirmeyelim. Türk mühendisine güvenelim. İHA/SİHA teknolojisinde, TOGG projesinde, savunma sanayiinde gözlenen atılım pek çok ezberi bozdu. 5G'de de bunu başarmanın sınırındayız. Kaldı ki dünyada 5G'nin kullanım oranı da yüzde 10'larda. Asla geç kalmış değiliz. Teknolojinin sahibi olmak, katma değeri ülkede bırakmak, refahı artırmak, genç nüfusa nitelikli iş alanı açmak anlamına geliyor" Tercih aşamasının, siyasi hareketlilik günlerine denk gelmesi nedeni ile işte tam bu noktada ve bu gibi hayati kararlarda Cumhurbaşkanımızın devreye girmesi ve tecrübesini sahaya yansıtması gerekiyor!