Siyasi partilerin grup toplantıları özünde bir Ankara klasiğidir. Ancak AK Parti'nin dünkü grup toplantısı gerek açık ve örtülü mesajları gerekse kritik olayların yıldönümüne denk gelmesi nedeni ile benzeri rutinlerden epeyce farklıydı.
Öncelikle...
Türkiye'nin siyasal sosyolojisinde kırılmalara yol açan Gezi olaylarının görünen ve gerçek yüzü arasındaki fark, gruptaki havayı derinden etkiledi. 2013 yılından bu yana müzmin muhalif kesimlerde kronikleşen AK Parti düşmanlığının bitip tükenmek bilmeyen bir enerjiyle yenilendiği buna karşın muhafazakâr demokrat tabanın da yılların birikimiyle şekillenen travmatik bilinçaltının canlı olduğu çok net hissedildi.
CHP yönetimini (12 yıl önce) yeniden yapılandıran operasyon ile bu partiyi antiemperyalist ve hakiki Atatürkçü çizgiden uzaklaştıran süreçler bir kez daha hatırlandı. Bu bağlamda Cumhurbaşkanı
Tayyip Erdoğan, CHP Genel Başkanı
Kemal Kılıçdaroğlu'nu, 2023 seçimlerinde er meydanına çağırırken asıl hedefi Kemal Bey'den ziyade, onun üzerinden oyun sahneleyen gölge adamlardı!
Başkan Erdoğan, CHP liderine yönelttiği 10 soru ile bir tür tarihi hesaplaşma daveti yapmakla kalmadı, 6+1 partili bloğa umut bağlayan, farklı görüşleri savunsa da sağduyusunu koruyan kesimlere son kararlarını vermeden önce gözetmeleri gereken kriterleri de sıralamış oldu.
FETÖ'nün (yer yer) siyasete, hatta kamusal alana da bulaşan kirli yöntemleri, CHP'nin bu metot ve araçları kullanmaktaki ısrarı tekrar tekrar not edildi. Ama en çok... Türk halkının değerler manzumesinde özel koruma altında tutulan aile bireylerinin, ucuz siyaset malzemesi yapılmak istenmesinin sebepleri de hafızalara kazındı.
Elbette... Yunanistan, Suriye, Irak sahası da kuklalardan ziyade, kuklacılar ekseninde AK Parti grup toplantısına taşındı. NATO güvenlik şemsiyesi altına girme arayışı içindeki ülkelerin (İsveç/Finlandiya) teröre yardım ve yataklık yapma inadı ile bu ülkeleri ve hamilik yaptıkları örgütleri Türkiye'nin milli güvenliğine karşı konuşlandıran küresel aktörlerin sinsiliği de masaya yatırıldı.
Tüm bunlar, ülkemizin hem stok sorunları hem de muhalefet siyasetinin 'amaca ulaşmak için gayri milli araçları kullanmayı mubah gören' yaklaşımından kaynaklanan talihsizliği...
Bu ve benzeri sorunlarla baş etmenin yolu dün olduğu gibi bugün de
"milli moralden ve geleceğe güven duyulmasından" geçiyor. Bu da bizi iş ve aş davasına getiriyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın oldukça kapsamlı ve birileri için sarsıcı beyanları arasında ben,
"ekonomiye dair olanları" bilhassa önemsedim. Önceki akşam ayrıntılı ekonomi brifingi alan Cumhurbaşkanımızın risk-fırsat analizlerini dinlediğine kuşku yok. Sanırım bu yüzden, siyaset virtüözü olarak en hassas noktaya yoğunlaşmış durumda. Bir yandan fiyat artışlarının kontrol altına alınması diğer yandan dar ve sabit gelirlilerin refah kaybının telafi edilmesi.
Yani...
"Ben, ben" hırsına dayalı, kazanırken cömert, paylaşırken cimri, resmi görüşmelerde suskun, dışarıda karamsar aktörlerin ağırlık katsayısının azalacağı bir döneme giriyoruz. O da bizi meşhur özdeyişe götürüyor:
"Olmayalım nalıncı keseri gibi hep bana hep bana... Olalım testere gibi bir sana bir bana!"
Dünya, belirsizliklerle dolu kaotik gelişmelere gebeyken... Sadece şikâyet eden, bencillik yapan, sermayesi için pek çok şeyi göze alırken çalışanını ve tüketiciyi düşünmeyen her kim olursa olsun... Belki günü kurtarabilir ama yarınları kaybedeceğine kuşku yoktur!