Çağımızda, ülkelerin iç işlerine müdahale veya siyasal mühendislik operasyonları, "sivil toplum" faaliyeti görünümüyle, çoğu zaman da "sosyal medya hesapları" üzerinden yürütülüyor. Üstelik bütün bu çalışmalar, "insan hakları ve ifade özgürlüğü" gibi evrensel değerlerle de bir güzel ambalajlanıyor. Dışarıdan bakıldığında, konusu suç teşkil etmiyor izlenimi veren bu organizasyonlar, karmaşık çıkarlara göre biçimlendirilmiş yabancı vakıfların fonları, hatta proje bazlı olarak kimi büyükelçiliklerin ödenekleriyle finanse ediliyor. Yani, faaliyetin sözdeki hali ile özdeki hedefi arasındaki ince çizgiye dikkat etmek, sosyoekonomik, etnik, mezhebi fay hatlarına kısa devre yaptıran yönlerine her zaman duyarlı olmak gerekiyor...
***
Bu çerçeveyi çizmemin nedeni, 10 ülkenin (ABD, Almanya, Danimarka, Finlandiya, Fransa, Hollanda, İsveç, Kanada, Norveç, Yeni Zelanda) Ankara'daki büyükelçisinin, Anadolu Kültür AŞ Yönetim Kurulu Başkanı Osman Kavala ile ilgili hukuki sürece, hadlerini ve görev sınırlarını aşarak adeta "diplomatik muhtıra!" üslubu ile müdahil olma çabalarıdır. Esasen bu 10 ülke, konu Türkiye olunca her noktadaki sinir uçlarında dolaşır, her neviden aktörle dirsek teması kurar. Bir futbol takımı misali ilk 11'leri de vardır. Örneğin, iç siyasi sorunlara boğulmasaydı Avusturya'yı da o kadroda görebilirdiniz. Yedekten oyuna girenler arasında, Belçika ise her zaman hazır tutulur.
Şimdi Kavala meselesinin can alıcı yönüne gelecek olursak...
Burada, emperyalist ülkelerin "politik manivelaları" ile "kullanılan iletişim araçları" ve Kavala'nın şahsına yüklenen "misyonerlik rolü" ön plana çıkıyor.
Birincisi... Adı geçen ülkeler, önem/ öncelik verdikleri coğrafyalarda, "sivil/aktivist" unsurları kullanmayı seviyorlar. Bu figürler, adli ya da istihbari radara yakalandığında, hemen seferber oluyorlar. Neden? Çünkü, kendilerine angaje ettikleri bir sivil toplum kuruluşuna veya mensubuna sahip çıkamadıklarında, değişik ülkelerde benzeri amaçla manipüle ettikleri yüzlerce aktörü, en kritik başkentlerde kaybedeceklerini biliyorlar. Haliyle, domino etkisi yaratacak süreci durdurmaya uğraşıyorlar. Hoş, Kavala'nın serbest bırakılmasını isteselerdi, böyle kör gözüm parmağına çıkış yapmak yerine arka plan diplomasisini işletmeyi tercih ederlerdi. Ki o da ayrı bahis.
Özetle sorun, iddia edildiği gibi Türkiye'de, dış müdahaleye açık ortam bulunup bulunmadığından ziyade, dış güçlerin amaç ve fonksiyonlarının her hal- şartta ne olduğunu bilmekle ilgilidir.
İkinci husus... Enformasyon- Dezenformasyon sarkacında kullanılan "algoritmalar ve yapay zeka bileşenleriyle kitlelerin sevk ve idaresine ilişkin" metotlarla bağlantılıdır. "Yeni Gerçeklik" diye üretilen kavram, ciddiye alınacak kadar mühimdir. Zira, "ideolojilerine, fikri altyapılarına, bulundukları ortam-mahalleye göre kişi ve grupları manipüle etmek onlara, sorgulamadan/ araştırmadan kabul edecekleri/ inanacakları bilgiyi empoze etmek" üzerine kuruludur.
Üçüncüsü ise... Kavala'ya, nokta isim olarak neden destek olunduğunda gizlidir. Kavala, onlar için "maymuncuk karakterdir." Türkiye özelinde incelendiğinde Kavala markası, HDP-PKK çizgisindeki taleplere meşruiyet kazandırma ve özellikle İstanbul'da konuşlu, küresel bağlantılı beyaz Türklerle buluşturma ve dahi meşrulaştırma faaliyetidir. Bu kapsama alanında, Ermenistan tezlerine zemin oluşturma gayreti de yer bulmaktadır.
Yani...
Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş, bir madalyonun iki yüzü gibidir. Gezi, 6-8 Ekim kalkışmaları ile 15 Temmuz darbe girişiminin kesişim kümesinde görülmeleri sürpriz değildir. Lakin...
Bilhassa, Kavala bağlamında kuşkuyu aşan daha güçlü delillendirme ihtiyacı dile getirilmektedir. Ve tabii ki her iki isimle ilgili yargılamayı neticelendirme gereği de aşikardır.