Perşembe günkü Milli Güvenlik Kurulu toplantısı sonrasında yapılan açıklamanın o paragrafındaki vurgu kritik önemdeydi.
"...Terörizmi bir dış politika aracı olarak kullanan ve terör örgütleri ile gayrimeşru ilişkiler tesis eden devletlere, bu tutumlarının kendi topraklarında da yıkıcı neticeler ortaya çıkarmasının kaçınılmaz olduğu hususu hatırlatılmıştır!"
Bir haftanın içinde, son 30 yıla eşdeğer orman yangınının neredeyse eş anlı olarak çıkarıldığı ülkemizde, tabii ki olağan şüpheliler ve bazı bulgular söz konusu. Türkiye'yi istikrarsızlaştırmaya, hükümeti aciz kalmış gibi göstermeye dönük süreçlerden hangi ülke veya örgütlerin yararlanabileceği hesaba katıldığında, MGK bildirisindeki o cümle ayrı bir anlam kazanıyor.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın bu bağlamdaki, "Güçlü Türkiye" çıkışı ise klasik bir tanımlama olmanın ötesinde, hedef odaklı mesajlar da içeriyor. Tablonun bütününü de Ankara'nın; Kafkaslar, Balkanlar, Doğu Akdeniz ve Kuzey Afrika'da aldığı inisiyatiften rahatsızlık duyan, her türden "birleşik devletler (!)" ekseninde değerlendirmek gerekiyor. Bu tarz devletler topluluğunun ortak paydasını, "Türkiye'nin dış politik, askeri ve ekonomik hamlelerinin önce sınırlanması, sonra tasfiyesi (!)" oluşturuyor.
***
Dün, Türkiye'nin eski Tunus Büyükelçisi Ömer Faruk Doğan'la sohbet ediyorduk. Tunus'taki darbeyi, arka planını ve olası sonuçlarını analiz ettik. Arap Baharı'nı, makul geçişle yönetebilen Tunus, "milliyetçi kimliğinin" de motivasyonu ile o günden itibaren, iç ve dış vesayet odaklarına geçit vermedi. Meclis Başkanı Gannuşi, mutedil bir yaklaşımla her kesimi kucaklamaya çalışırken ülke ancak zayıf koalisyonlarla bugünlere kadar gelebildi. Gannuşi'nin önderlik ettiği Nahda Hareketi ile yıldızı barışmayan Batı bloku, Tunus'u ekonomik açıdan kuşatırken, 2019 yılındaki cumhurbaşkanlığı seçimlerine de malum yöntemlerle müdahil oldu. Fakat o plan, Tunus seçmeninden döndü. Cumhurbaşkanlığı'na, batıda okumuş ama doğu değerleri ile yaşayan, hassas olaylarda rengini tam belli etmeyen Kais Said seçildi.
Tam bu sırada Türkiye, kaderi Tunus'la iç içe geçen Libya'nın birlik ve bütünlüğünün korunmasına yönelik adımlar attı. Bölgede Tunus'la işbirliği arayışı başlattı. Cumhurbaşkanı Said, Ankara'nın çağrısına açık bir reaksiyon göstermezken, Meclis Başkanı Gannuşi, Türkiye'nin Libya politikasına Tunus halkı olarak destek verdiklerini ilan etti. Tahmin edileceği üzere, Tunus'un iç dengelerini bozmaya dönük dış kurgular da eş anlı olarak hızlandı. Tunus'ta sahnelenen darbeyi izleyen günlerde, Türkiye ile daha önce yapılan askeri anlaşmaların iptali yönünde baskı kuruldu. Sebebi belliydi! Libya'nın Aralık 2021'de yapılacak Başkanlık seçimlerinde Batılı ülkeler, tek engel olarak Türkiye'yi görmekte. Türk askeri varlığını Libya'dan çıkarmaya zorlayan senaryoları sonuçsuz kalınca, Türkiye'ye destek veren Tunus karıştırılarak Ankara'nın Libya politikası yine sekteye uğratılmak istendi.
Unutmayalım, Doğu Akdeniz'deki enerji kaynaklarına erişim noktasında Libya ile tesis edilen deniz yetki alanlarının belirlenmesi mutabakatı hayati değerde. Üstelik, Libya yeniden inşa edilirken Türk firmalarının avantajının kaldırılması da pek çok Avrupa ülkesinin ajandasında.
Özetle...
Coğrafyamızdaki hiçbir olay, bir diğerinden bağımsız değil. Uzak gibi görünen yerler ise milli çıkarlar için çok ama çok yakında durmakta!