Türkiye ekonomisi: ‘Öldürmeyen acı güçlendirir!’
Türkiye'nin pandemi sürecinden de türeyen sorunlarla bütünleşik öncelikli gündeminde "ekonomi" yani "iş, aş davası" önemli bir yer tutuyor. Ekonomide klişelerin değişmesi, ezberlerin bozulması hayli sancılı oluyor. Örneğin Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak, "Bir yandan stratejik dönüşümü başarma, diğer yandan da muhtelif saldırılara karşı kılıç sallama" pozisyonunda görünüyor!
Ekonomiye yaklaşımda 2018 öncesiyle sonrası arasında ciddi anlayış ve felsefe farkı söz konusu. Bugünkü çabayı, Türkiye'nin tam bağımsız politika uygulayabilmesi için ekonomiyi tehdit unsuru olarak kullananlardan kurtarma iradesi olarak görmek lazım.
İddia sahipleri dün ile bugünü karşılaştırırken vatandaşların bazı hususları görmesinde ısrarcı...
Diyorlar ki...
Yakın zamana kadar sadece halkın güncel mutluluğu gerekçesi ile orta-uzun vade, yerli üretim ve sürdürülebilir istihdam hedefi erozyona uğratıldı.
Ne savunuldu?
"Varsa yoksa yabancı sermaye gelsin" tezi işlendi.
Peki, "Yabancı nasıl gelir?"
Cevabı net:
"Yüksek faiz verirsen!"
Şimdi, hükümet edenlerin mesajı ne?
"Ben, yüksek faiz veremem. Sadece yüksek faiz için gelecekse, kusura bakmasın! Ama yatırım yapacaksa, hisse senedi, devlet iç borçlanma senedi alacaksa buyursun gelsin başımızın üstünde yeri var. Çıkmak mı istiyor? Buyursun alsın parasını çıksın. Lakin 'Ben, Türkiye'ye gelirken de çıkarken de operasyon çekerim' diyorsa buna izin vermeyiz. Yani, 'Girerken dövizi yüksekten bozduracaksın, çıkarken düşükten!' Böyle bir dünya yok!"
***
Dikkat çekici bir başka nokta da pandemi şokunun dezavantajlı kesimler, piyasalar ve reel sektör bağlamında nasıl yönetildiği...
Hatırlayanlar olacaktır. Muhalefet, "IMF'ye gidin", "Para basın" diye topa girdi. Sonra, "Çok fazla likidite verdiniz" diye laf etti. Şayet Türkiye, teknik anlamıyla karşılıksız para bassaydı bugün enflasyon yüzde 20'leri aşar, faizler yüzde 30'u zorlar, sanayinin çarkları durur, bankaların bilançosu sert biçimde bozulurdu.
Şükür ki basiretli bir yolda ilerlendi.
Kaldı ki tüm dünyanın eksi faize döndüğü bir ortamda Türkiye'yi "yüksek faize" zorlamak, tam manasıyla "tefeci" yaklaşımı idi.
Hali hazırda, "Yüksek faiz-düşük kur" sarmalına yeniden çekilerek adeta rehin alınmak istenen Türkiye ekonomisi, bedelini ödeme pahasına direniyor!
Unutmayalım...
Yılbaşından bu yana sermaye piyasalarından yüksek miktarlı çıkışlar oldu. 25-30 milyar dolarlık ticaretin finansmanı iç imkânlarla sağlandı.
Turizmden beklenen 40 milyar doların sınırlı kısmı gelebildi. Ve Türkiye, pandeminin başından bu yana 100 milyar doları bulan fonlama ihtiyacını kendi kapasitesiyle yönetebildi.
Bir başka ifadeyle, "yüksek bağışıklık performansı" sergiledi!"
Evet, bundan sonrası da oldukça zorlu. Şu anın da güllük gülistanlık olmadığı aşikâr.
Fakat...
Biliyoruz ki "Ekonominin yüzde 51'i psikoloji ve sosyoloji ile ilgili!" Negatif hava pompalayanların akımına kapılmamak gerek. Nitekim, operasyonel ekiplerin elinde tek enstrüman kaldı. O da toplumsal huzuru ve birliği bozmaya, inancı ve özgüveni kırmaya dönük sosyal medya faaliyetleri.
Nietzsche'nin bizlere çağrıştırdığı gibi...
"Öldürmeyen acı, güçlendirir!"
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Dışişleri Bakanı Hakan Fidan: Nükleer savaş riski var, şaka değil (24.11.2024)
- Pandemi sonrası toplumun ruh sağlığı! (23.11.2024)
- Ekonomiye dair kısa Notlar... (21.11.2024)
- Küresel zirveleri etkileme kabiliyeti... (20.11.2024)
- G20 Zirvesi... Erdoğan, Rio’da Biden’ı uğurlarken... (19.11.2024)
- AK Parti... Değişim, Değişiklik, İhtiyat! (16.11.2024)
- Etki ajanlığı mı, yeni nesil casusluk mu? (14.11.2024)
- Geleceğe hazırlanmak… (12.11.2024)
- MİT, belediye takip eder mi? (09.11.2024)
- Başkentte güncellenen Trump Dosyası... (07.11.2024)