Ordusu, Başkomutan'ın, yani demokratik sivil otoritenin emrinde olmayan bir devletten...
Ekonomisi, Uluslararası Para Fonu'nun yörüngesindeki bir ülkeden...
Bırakınız komşularına, mazlumlara, kendi milletine fayda gelir mi?
Tabii ki "Hayır!" 1990'ların Türkiyesi...
Askeri asli işini bırakıp sadece iç siyasete şekil vermeye soyunan...
Terörle hakiki manada mücadele edilemeyen, hesap da sorulmayan...
Diplomasisi, atalet içinde, "karışmakonuşma" üzerine şekillenen...
Ekonomisi krizlerle malûl, öğretilmiş çaresizlik içinde kıvranan bir Türkiye idi...
***
Bugünün Türkiyesi ise tarihi bir tercihi her fırsatta sahaya yansıtıyor.
Yani...
Yörünge devlet dayatmalarını reddediyor, bedelini de göze alarak "bağımsız devlet" kimliği ile hareket ettiğini cümle aleme ilan ediyor:
"Bölgesel politikalarda bağımsızlık, üretimde bağımsızlık, ekonomik tercihlerde bağımsızlık..."
Eğer...
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Ağustos 2018'de başlayan kur-enflasyonfaiz fırtınasına karşı durmasaydı...
Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak, tüm yıpratıcı ataklara direnip "Dengelenme, Disiplin, Değişim" programında ısrarcı olmasaydı...
Türkiyemiz, Suriye'de, Libya'da, Doğu Akdeniz'de milli menfaatlerine göre pozisyon almak bir kenara, sadece borç üstlenir, ekonomik patinaj sarmalına giriverirdi.
O zaman da...
İç dertleri ile uğraşırken etrafını göremez hale düşer, stratejik sonuçlara yol açacak müzakerelerde bulunamaz ve milli menfaatlerini ıskalardı.
Tarih de bu yılların sayfasını açtığında, kimin korkulara esir, kimin cesur olduğunu en sert ifadelerle yazardı. Hoş, zaten yazmaya başladı bile...
***
Memleket meselelerine pembe gözlükle bakıyor değilim. Sadece...
Eleştiri oklarına hedef olan yönetimin ve ekonominin hatırı sayılır mesafe aldığını, bu itici güç sayesinde küresel aktörlerle başa baş mücadele verilebildiğini anlatmaya çalışıyorum.
Şu an için açılmış fırsat penceresinin,
"adalet ve kalkınma" motivasyonuyla değerlendirilmesinin önemine işaret ediyorum.
Unutmadan...
İş ve aş önceliğinin ekonomik programın
somut göstergesi olarak ele alınacağını,
Muhalefetin ayak bağı tuzaklarına
düşmemek gerektiğini,
AK Parti içinden türetilen siyasi dalganın,
pro-aktif politikalarla karşılanabileceğini,
Salt yargıda değil, toplumun ve
kamunun her alanında adalet algısının
belirleyici olacağını vurguluyorum.