Milli Savunma Bakanlığı'na, Genelkurmay Başkanı Org. Hulusi Akar'ın atanması ile birlikte önümüzdeki günlerde bir dizi dikkat çekici düzenlemenin yolda olduğunu söyleyebiliriz.
Birincisi... Tartışmasız "askerlik reformu!" MSB'deki genel eğilim muvazzaf askerlik hizmetinin yanında "mecburi askerlik hizmetinin" devamından yana.
Askerlik yükümlülüğü hem Türkiye'nin genel güvenlik risklerinin bertaraf edilmesi hem de millet ile ordusu arasındaki kuvvetli bağın sürdürülebilirliği için düşünülüyor.
Yapılacak iş, eğitimle askerlik süresi arasında öngörülebilir bağın kurulması, profesyonelleşmeye bağlı olarak askerliğin kısaltılması ve bir daha bedelli askerlik kanununa ihtiyaç duyulmaması.
İkincisi... Askeri yargının kalkması sonrası, uzmanlık gerektiren bu alanda yetkinlik kazanan sivil hâkim ve savcıların karargâhlarda kendilerine ayrılacak özel alanlarda çalışması. Henüz fikir jimnastiği düzeyinde de olsa sivilin, askeri tanıması bakımından ilginç bir öneri.
Üçüncüsü... ABD ordusunda general seviyesinde papaz olduğunu biliyor musunuz? Veya TSK'da yurtdışı görevlerde din işleri irtibat subayı bulundurulduğunu duydunuz mu? 1950'lere kadar Silahlı Kuvvetler'de tanımlı "din görevlisi kadrosuna" ne dersiniz? Kim bilir bu zihni engel de aşılır bir gün!
*******
ABD'DEKİ APSE KAYNAĞI!
Türk-Amerikan ilişkileri yine büyük bir sınama ile karşı karşıya. ABD Başkanı Donald Trump'ın sosyal medya hesabı üzerinden, Başkan Yardımcısı Mike Pence'in ise kamuya açık bir toplantıda Türkiye'ye "ekonomik yaptırım tehditleri" savurması, kaotik küresel düzenin müttefikleri bile getirebildiği noktayı göstermesi bakımından ibretlik!
Haber gündeme düştüğü sırada Başkan Tayyip Erdoğan ile 10. BRICS Zirvesi kapsamında Güney Afrika Cumhuriyeti'nde idik. Bu tür kriz durumlarında Türk devlet refleksinin nasıl işlediğine tanıklık ettik. İlk etapta, "önleyici diplomasi" diyebileceğimiz bir mekanizma işletildi. Yani, iki ülkenin ortaklığını, sonradan onarılması güç kırılmalara götürecek krizli sürecin dondurulması için "liderler düzeyinde" temas trafiği kurulduğunu dinledik. Derken, bakanlar arasındaki diplomatik trafiği ve nihayet Türkiye'nin büyüklüğüne yakışır açıklamaları sıcağı sıcağına takip ettik.
Şu kadarını söyleyebilirim ki ABD'den gelen açıklamalar, ne kadar can sıkıcı olsa da Başkan Erdoğan ve ekibi tarafından o kadar soğukkanlılıkla karşılandı. Eski Türkiye'nin siyasi genetik kodlarına işleyen "telaştan eser yoktu." Aksine, ABD'nin yarattığı tehlikeli tırmanışın nedenleri, benzeri örnekleri masaya yatırıldı ve Türkiye'yi farklı kılan özellikleri sahneye konuldu.
Kuşkusuz, ABD ile karşı karşıya gelmek veya restleşmek Ankara'nın tercihleri arasında değil. Lakin Türkiye de tehditlere pabuç bırakacak bir devlet olmadı, olamaz da. Başkan Trump'ın, Kuzey Kore'de casusluk yapan ABD vatandaşlarının serbest kalmasını sağlayan taktik hamleleri dün gibi hafızalarda. Trump'ın, açık psikolojik harekât ve süper güç gösterisi ile netice alma yöntemini bu kez rahip Brunson dosyasında Türkiye üzerinde de denemeye kalkışması büyük hata oldu.
ABD, Türkiye'yi köşeye sıkıştırma pahasına Türk halkını da büyük ölçüde kaybetmeyi ne kadar göze alabileceğini iyi hesaplamak durumunda.
Netice olarak... FETÖ'nün iki ülke dostluğunu zehirlediği ortada iken ABD'den beklenen karar, apse yapan o çürük dişi çekmesidir!