Merhum Maliye Bakanı
Kemal Unakıtan, "
Bütçem iyi olduğu zaman Dışişleri Bakanı'nın yürüyüşü değişir" derdi. Doğru da söylerdi.
Bugün Suriye'den Kudüs'e, Arakan'dan Katar'a dünyanın dört bir yanında Türkiye'nin sesi duyuluyor, mazlumlar için nefesi hissediliyorsa bu gücün arkasında sağlam ekonomi var. Yılın 3. çeyreğinde yüzde 11.1 büyüme oranına ulaşan Türkiye ekonomisi, 2017'yi yüzde 7'nin üzerinde ve özlenen büyüme oranı ile tamamlayacak. Ancak Türkiye'nin umudunu kırmaya, moralini bozmaya yönelik iç ve dış hamleler gerçekleri adeta perdeliyor.
Ekonomi, "
ölümü gösterip, sıtmaya razı etme" misali, "
kur silahı çekilerek faiz sarmalına sürüklenmek" isteniyor.
Merkez Bankası ne yapsa bir bahane bulunuyor.
Buna, son faiz düzenlemesi de dahil!
***
Şimdi, Ankara perspektifinden kritik bazı hususları açık ve samimi konuşma zamanı.
Madalyonun bir yüzünde, "
ekonominin siyasi sahipliği sorunu" var.
Bu ifade başlangıçta tuhaf gelebilir. Veya malum muhalif odaklar bakımından ellerini ovuşturdukları fırsatlar da sunabilir. Ama "
O, onu demiş, bu bunu diyecek" kaygısı ile hareket edilecek dönem değil bu.
Kim ne derse desin... Ekonomi politikalarına ve Cumhurbaşkanı'nın çizgisine inananlarla, "
inanıyor gibi yapanlar" arasındaki makasa dikkat etmek gerekiyor. Zira makas giderek açılıyor. 2018'de, faiz-kur oyununun bozulması için ekonomiyle ilgili bakanların etkili koordinasyonu ve Merkez Bankası ile senkronizasyonu büyük önem kazanıyor.
Merkez Bankası'nı, Cumhurbaşkanı ile karşı karşıya getirmek ya da hassas anlarda ortadan kaybolmak marifet olamaz. Ya ilgili ve yetkili bakanlar makamlarının gereğini tam manasıyla yerine getirecek ve sorumluluktan kaçmayacak ya da tüm zorluklarına rağmen doğru zamanda, doğru kararlar alınmasını başaracak ve Külliye ile de uyum sağlama becerisi gösterecek kadrolarla yola devam edilecek.
Yüksek faizin, yüksek enflasyonla birlikte ekonominin baş ağrısı olduğunu kimse reddedemediğine göre, geriye iletişim stratejisi ve yönetim inceliği kalıyor. Ki bu tecrübe de birikim de AK Parti bünyesinde fazlası ile mevcut. Aynı takımın içinde 0.50 puanlık faiz artışı için "
Doğru oldu" diyen de var, "
Yapılmasaydı" diyen de... Lakin siyaset kurumu, akademik analiz yeri değil ki. Riski de beklentiyi de yönetecek, yenilikçi çözümler üreteceksiniz. Yoksa idare-i maslahatla istenen hedefe varılamaz. Kaldı ki, bunca yükü taşıyan ve yığınla problemle uğraşan hatta üç seçimi kazanmak için aylar öncesinden çalışmaya başlayan Cumhurbaşkanı'nın ekonomiyle ilgili konularda kendi ayağına sıkacağını düşünmek abesle iştigaldir. Demek oluyor ki Külliye ile ilişkilerde daha fazla siyasi inisiyatif, daha fazla diyalog, daha fazla ikna gayreti gerektiği kadar Cumhurbaşkanı'nı anlama ve uygulama konusunda da aynı oranda irade gösterilmesi gerekiyor.
***
Madalyonun diğer yüzünde ise "piyasalar" var. Piyasa dediğimiz sistem, duygulardan arınmış olarak kâr peşinde koşar.
Örneğin, fiyat istikrarı onların asli derdi de önceliği de olmaz. Kısa süre öncesinde, "Merkez Bankası ara toplantı düzenlemeli, faiz şoku vermeli" diyen piyasa, şimdi "bari 1 puan olsaydı" diye söyleniyor.
Bir başka anlatımla, ekonomiyi sadece para piyasaları üzerinden okumak sanıldığı gibi rasyonel sonuçlar çıkarmayabiliyor.
Halihazırda ihtiyaç duyulan husus, güvenilir mesajlarla piyasaların karşısına çıkmak, kararlı ve net konuşmak, konuştuklarının tutarlılığını ispatlayacak icraat kabiliyeti sergilemek.