Geçen 30 Ağustos törenlerinde Türkiye ne yazık ki ne Başkan Erdoğan'ın iç cephe uyarısına gereken hassasiyeti gösterebildi ne de üç genç kadının ilk kez harp okullarındaki birinciliklerinin sevincini yaşayabildi. Çünkü Kara Harp Okulu töreninden sonra bir grup genç teğmen, askeri disipline karşı çıkarak kılıçlı, sloganlı kendi gösterilerini yaptı.
Bu da ister istemez iç cephe uyarısını da genç kadınların kendi başarılarını da gölgeledi ve yıllardır Türkiye'yi meşgul etmesi istenen o "laik-antilaik" tartışmanın içine sürükledi.
İç cephenin güçlendirilmesi gereken bir dönemde bu hiç de basit bir sonuç değil ve olay "Ne var ki bunda, gençler Atatürk'e sahip çıktı" denilerek geçiştirilemez. Buna rağmen Milli Savunma Bakanlığı, Atatürk üzerinden gündemi zehirlemeye çalışanlara alan açmamak için işi "askeri disiplinsizlikle" sınırladı ve şu açıklamayı yaptı:
"Konuyla ilgili başlatılan inceleme ve akabindeki Yüksek Disiplin Kurulu'na (YDK) sevk süreci devam etmektedir. YDK'ya sevk edilmenin karar anlamına gelmediğini, sürecin devam ettiğini ve henüz bir karar verilmediğini ayrıca belirtmekte yarar var."
Oysa aynı açıklamanın satır aralarında eylemin "organize" olduğuna dair ciddi tespitler de var. Şu satırlar eylemin önceden planlandığını gösteriyor: "Kılıç çatma esnasında emirlerin hilafında kaldırılan metnin okunacağından sadece eylemi organize eden teğmenlerin bilgisinin olduğu, yapılan eylemin mezun olmanın sevinciyle anlık gelişen bir durum olmadığı, önceden planlanarak organize edildiği..."
Peki genç teğmenler 2024 Türkiye'sinde neden böyle bir organize işe kalkıştı?
Neden kalkıştıklarını anlamak için, "Mavi Vatan masal" diyen CHP milletvekilinden emekli askerlere, dün "Genç subaylar rahatsız" diye manşet atan vesayetçi medyadan sosyal medya trollerine kadar kılıçlı eyleme sahip çıkanların beklentisine bakmak yeterli. Anlaşılan hâlâ, 15 Temmuz darbecilerini püskürten Türkiye'nin ne kadar değiştiğinin farkında değiller ve hâlâ kurucu lider Atatürk üzerinden siyaset yapmaya ve gerilim siyasetine ihtiyaç duyuyorlar.
Yazık, artık yeter! Bu ülkede herkes değişti, bir siz kaldınız!
***
DİZİLER VE KADINA ŞİDDET
Türkiye'nin farklı şiddet sorunları da var ama giderek daha görünür olan kadına yönelik şiddet çok daha sarsıcı ve can yakıyor. Görünür olması bir anlamda toplumsal değişimin de işareti. Artık kadınlar her türlü şiddete itiraz ediyor ve ağır bedeller ödüyor. Sosyal, psikolojik ve güvenlik gibi farklı önlemler artmasına rağmen ne yazık ki kadına yönelik şiddet durdurulamıyor.
Bunun birçok nedeni var. Yarın Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü... Kadın ve Demokrasi Vakfı (KADEM), bugünü anlamlı kılmak için yaptırdıkları; "Medyada Kadına Yönelik Şiddet ve İzleyici Farkındalığı: Yerli Diziler Üzerine İnceleme" araştırmasının sonuçlarını paylaştı ve "Şiddete Seyirci Kalma" kampanyası başlattı.
KADEM Yönetim Kurulu Başkanı Doç. Dr. Saliha Okur Gümrükçüoğlu, dünyada kadınların özel ve kamusal alanda farklı şiddete maruz kaldığına dikkat çekiyor ve sözü yerli dizilere getiriyordu: "İncelemeye konu olan 14 dizide toplam 327 bölüm izlendi uzmanlarımız tarafından. Bu bölümlerde 3 bin 113 kadına yönelik şiddet sahnesi tespit edildi. Bu 14 dizide en çok karşılaşılan şiddet türlerine baktığımızda yüzde 51 oranında psikolojik şiddetin başı çektiğini gördük."
KADEM Mütevelli Heyeti Başkanı Sümeyye Erdoğan Bayraktar da rakamların korkutucu olduğunu vurguluyor ve şöyle diyordu: "Psikolojik şiddet, sözlü şiddet, kadının hakarete, tehdide maruz kalması gibi sahneleri hâlâ yoğun bir şekilde görüyoruz. Araştırmaya dâhil olan dizilerde bölüm başına aşağı yukarı 8 şiddet sahnesi tespit edildi. Bu az bir rakam değil. Dolayısıyla biz şunu söylüyoruz: Buna mahkûm değiliz."
Toplumun yüzde 74.5'inin her gün televizyon izlediği ülkemizde umarım bu uyarıyı, RTÜK'ten önce dizilerle tek amaçları reyting rekorları kırmak olan televizyon yöneticileri de dikkate alır.