Aslında yerel seçimlerin "kritik" ya da "son seçim" olarak nitelendirilmesi için hiçbir sebep yok. Nihayetinde bu yerel bir seçim ve genel seçimi kazanan AK Parti de önümüzdeki 4 yıl iktidarda. Bu durumda birilerinin "rejim değişiyor" iddiaları kirli bir operasyondan başka bir şey değil.
İçinden geçtiğimiz günlerde bu kirli hikayeyi yeniden yazan ve piyasaya süren de İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu ve ekibi... İmamoğlu kendisini vazgeçilmez kılmak için İstanbul seçimlerini ölüm kalım savaşına dönüştürmek istiyor. Bu yüzden seçim gündemini genel siyasete dönüştürmek, "Erdoğan düşmanlığı"nı körüklemek hatta eskimiş "Laik-anti laik" tartışmasını yeniden alevlendirmek istiyor.
"Tehlikenin farkında mısınız?" diyen Zülfü Livaneli ve Fikri Sağlar gibi körükçü başları da görevlerini ihmal etmiyor. Kuşkusuz yenileri de gelecek... Daha işin başındayız, seçim sathı mailine girildikçe trolleri, foncu medyası, ajansı da önlerine çıkan herkesi itibarsızlaştırmak için her şeyi yapacak.
İstanbul'da İmamoğlu'na karşı kim aday çıkartırsa çıkartsın fark etmeyecek hepsi "düşman" ilan edilecek. Çünkü laik sosyoloji öyle bir noktaya getirildi ki denize düşen yılan misali karşısına çıkarılan "kurtarıcı"ya sarılması isteniyor. Hatta farklı partilerin de "mecburmuş" gibi aynı şeyi yapması isteniyor.
Ama şu sorunun cevabı yok: Peki İmamoğlu, toplumun önüne dünyayı ve bölgeyi analiz eden Türkiye'nin sorunlarına yeni bir perspektif sunan ve umut veren bir siyaset mi koyuyor?
Daha önce Laik sosyolojiye hayal kırıklığı yaratanlardan farklı ne söylüyor?
Bu kısır döngüden çıkamadıkları için de "ilerici-gerici" gerilimi üzerinden "kutuplaştırma" stratejisi izliyorlar.
Bu stratejinin ilk kurbanı da İyi Parti oldu ve partiyi içeriden çökertmek için her şey yapıldı. İkinci sırada komplo ile seçimden çekilen Muharrem İnce vardı. İnce koşa koşa İmamoğlu'na gitti ama el boş döndü.
Şimdi sırada esas aktör DEM var. DEM-CHP işbirliği bitmiş gibiydi ama devreye Başak Demirtaş girince iki tarafın da ezberi bozuldu. Üç gündür DEM'in MYK'sı toplantı üzerine toplantı yapıyor. Bu durum doğal olarak İstanbul üzerinden "kurtarıcı" olmaya hazırlanan İmamoğlu'nun da asabını bozuyor. İki taraf da gerilim içinde. Ama esas gerilim DEM'in Başak Demirtaş'ı aday göstermesiyle yaşanacak. Siz o zaman "şeytanlaştırma" neymiş görürsünüz. DEM'in ne PKK'nın siyasi ayaklığı kalır ne de ABD emperyalizmine payandalığı...
Bu hafta DEM yönetiminin vereceği karar beklenecek. Kuşkusuz bu karar olumlu veya olumsuz İmamoğlu'nun siyasi geleceğini etkileyecek. Ama ondan daha önemlisi, Kandil'in dediklerini mi yoksa oyunu aldığı halkın dediklerini mi?
***
SİYASETSİZLİĞİN YENİ ADI; "ÜÇÜNCÜ YOL..."
Son dönemde Türkiye'de güçlü siyaset aksı ortaya koyamayan ve güçlü bir lider çıkartamayan birçok siyasi akım, sihirliymiş gibi, "Üçüncü Yol" siyasetine sarıldı. Bu üçüncü yol siyasetinin küresel bir geçmişi de var. Sosyalistlerin Üçüncü Enternasyonali bu kapsama girer mi emin değilim ama ABD Başkanı Bill Clinton'dan İngiltere'nin "solcu" Başbakanı Tony Blair'e kadar birçok siyasi aktör tarihe iz bırakmak için böyle bir entelektüel çaba içine girdi.
Sosyal demokratların en gözde propaganda aracı olarak yorumlanan bu kavramı, Türkiye'de en çok da HDP çizgisi kullandı. Gerçi Kandil'in vesayeti altında "üçüncü yol" siyaseti üretmek pek mümkün olmasa da kullandılar. Sonra bu kavramı daha popülist bir yöntemle Muharrem İnce ve Ümit Özdağ'dan duyduk. Çıktıkları üçüncü yoldan, biri geri çekilmek zorunda kalırken diğeri ırkçılığa varan bir savrulma yaşadı.
Son seçimden sonra bu kavramı en çok kullanan CHP'ye eklemlenmekten sonuç alamayan Meral Akşener oldu. Akşener partisini "hür ve müstakil" yapmak için "üçüncü yol" siyaseti izleyeceğini söyledi.
***
TBMM ANAYASA YAPAMAZ MI?
Darbelere karşı çıplak bedenleriyle direnen, vesayeti gerileten Türkiye, ne yazık ki hala darbecilerin yaptığı bir anayasaya sahip. Çok sayıda maddesi değişse bile ruhu yerli yerinde duruyor. Ne zaman sivil bir anayasa yapma meselesi gündeme gelse başta CHP'li siyasetçiler olmak üzere bir kısım siyasetçi itiraz ediyor. Hatta işi halkın oyuyla seçilen meclisin yapamayacağı noktasına kadar götürenler var.
Ama onlar istemiyor diye de Türkiye sivil anayasa yapma arzusundan vazgeçecek değil. Yargı sistemiyle ilgili birçok tartışma olsa da daha demokratik, daha özgürlükçü yeni anayasa yapma meselesi toplumun en önemli beklentisi. Bu konuda ısrarla çalışan kurumların başında da Cumhurbaşkanlığı Hukuk Politikaları Kurulu geliyor. Başkanvekili Mehmet Uçum ve ekibi, uzun bir süredir yeni anayasa konusunda çok sayıda çalışmaya imza attı. Kurul, geçtiğimiz hafta Adalet Bakanı Yılmaz Tunç'un da katıldığı önemli bir toplantı düzenledi.
Toplantıda ağırlıklı TBMM'nin anayasa yapma konusu ele alındı. Türkiye ilginç bir ülke, eli silahlı darbecilerin Anayasa yapmasına kimse itiraz etmezken, halkın özgür iradesiyle seçtiği meclisin "anayasa yapamayacağı" söyleniyor. Darbeci zihniyeti yansıtan bu görüşe karşı çıkan Uçum şöyle diyordu:
"Milli egemenliğin tek meşru sahibi halk, anayasa yapma hakkına ve gücüne sahiptir. Gayri meşru ve hukuk dışı bir güç olan darbecilerin yaptığı anayasanın ilga edilmeyeceğini ileri sürmek milli egemenliği ve demokrasiyi reddetmek manasına gelir."
***
ARİSTOTALES, EFLATUN VE MEM U ZİN
Kültür Bakanlığı, 15'nci yüzyılda yaşayan Doğubeyazıtlı Kürt şair Ahmed-i Hani'nin Mem u Zin isimli eseri dahil birçok Kürtçe eseri yeniden yayınladı ve Türkçe'ye kazandırdı. "Tabibin Hastalara Şifa Bahşetmesi, Bey'in Düşkünlere Şefkat ve Merhameti" başlıklı bölümden birkaç dize...
"Kendini Aristotales'e benzeten dadı, Baştan ayağa aldatıcı elbiseyi giyerek, Yine tabip kıyafetine girdi, Derhal aşıkların yanına ulaştı. (...)
Fakat o ateşle öyle şenlendiler, sanki hiç hasta değillermiş; öyle iyileştiler.
Onlar sanki Eflatun'un elinden, bizzat ilaç ve macun aldılar..."