Kapitalist Sistem'in kanaat önderleri ve başat aktörleri tarafından 1990'lı yılların sonlarından bu yana 'pazarlanan' özel tasarlanmış 'küreselleşme' olgusu, geride bırakılan 20 yılda önemli bir 'reddediş' ile karşı karşıya kaldı. Dünyanın yükselen ve önde gelen gelişmekte olan ekonomileri 'dikte' edilmeye çalışılan söz konusu küreselleşme olgusunu ellerinin tersiyle bir kenara iterek, kendi rotalarını çizmeye yoğunlaştılar. Mevcut durum, 'bölgeselleşme'ye dayalı yeni ekonomik ve siyasi işbirliklerini hızlandırmış durumda. ABD, 75 yıl önce inşasına liderlik ettiği, yakın döneme kadar 'en etkili' aktör konumunda olduğu küresel ekonomi- politik sisteme, bilhassa Başkan Trump döneminde 'en fazla zararıveren' aktör konumuna dönüştü. Adeta, eskisi kadar etkin olamamanın getirdiği kızgınlıkla, bile bile zarar verir gibi. Avrupa Birliği (AB) ise, Merkel'in çabalarına rağmen, Sarkozy ve Macron döneminde Almanya'yı yalnız bırakan 'Amerikancı' tavırla, AB'nin ABD'nin, ağırlıklı olarak son 4 yılda, küresel sistemde sebep olduğu tahribatı sınırlama, engelleme boyutunda kendisinden beklenen varlığı gösteremedi.
Oysa, Asya-Pasifik cephesinde zihinler hayli berrak. Küresel ticarette, teknoloji alanında, ekonomik işbirliğinde gücünün arttığının ve etki alanının genişlediğinin fazlasıyla farkında olan Asya-Pasifik, en son, Bölgesel Kapsamlı Ekonomik Ortaklık (RCEP) projesiyle, küresel ekonominin neredeyse üçte birini kapsayan 15ülkenin birlikteliğiyle dünyanın enbüyük ticaret bloğunu oluşturdu. Ne tuhaftır ki, Çin'in bu derece kapsamlı bir anlaşmayla bölgede artan nüfuzunu engellemek isteyen ABD'nin, kendi operasyonlarını, kendi atılımlarını bizzat kendisinin heder ettiği bir ortamda. Obama'nın Trans-Pasifik Ortaklığı'nı (TPP) bizzat Trump'ın rafa kaldırmasıyla. AB açısından, bundan sonraki küresel sınav, meydan okuma çok daha kapsamlı, ağır bir mücadeleyi gerektiriyor. Bu mücadele, AB açısından, nüfus gücü, işgücü, üretim gücü, ticaret gücü gerektirmekte. Hareket kabiliyeti yüksek, teknolojisini geliştirme becerisi yüksek stratejik ortaklara her zamankinden fazla ihtiyacı var. Bu durum, 2004'den beri AB'ye tam üye adayı olan Türkiye'nin değerini bir kat daha arttırıyor. Ne nüfusuyla, ne teknoloji üretememesiyle, ne küresel tedarik zincirinde en ufak bir rolü olmamasıyla Avrupa'ya yükselen yeni 'küreselmeydan okuma'da en ufak katkısı olmayacak bir Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi'. 'Rotasınışaşırmış' bir Fransa.
Bu ülkelerin şımarıklarına boyun eğen bir AB, 'kapsayıcı' ve 'güçlendirilmiş' bir 'bölgesel işbirliği'nden her geçen gün uzaklaşmakta. Siyasi yaşamında emekliliğe hazırlanan Merkel'in Almanya'sının bu tabloya seyirci kalması AB açısından düşündürücü. Türkiye'nin yeni 'küresel meydanokuma'da AB'ne sağlayacağı fırsatları,imkan ve kabiliyetleri AB'nin iyiokuması ve yakalaması gerekiyor.
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.