Muhalefeti sosyal medyada organize eden aklın dikkatle incelenmesi gereken bir metodu var. Bilinen uygulamada,
"4 yanlış, 1 doğruyu götürür!" Oysa muhalefet temsilcilerini örgütleyen iletişim aklı, konu hükümetin uygulamaları olduğunda,
"1 yanlış, 4 doğruyu götürür!" şeklinde işliyor ve hedef kitleyi manipüle edebiliyor. Doğruları ortadan kaldıran, tercih ve takdir gereken kritik anlardaki kararları yanlış gibi gösteren bu akıl,
"128 milyar dolar nerede?" iddiasında da
"Pandemi yönetimine" ilişkin söylemlerde de benzer şekilde çalışıyor.
13 ayını dolduran salgınla mücadele, pek çok ülkede olduğu gibi Türkiye'de de farklı aşamalardan geçti. Cumhurbaşkanlığı Kabinesi'nin
mutlak önceliği halk sağlığı oldu. Salgının seyrine göre, ekonominin canlılığı ile sosyo-psikolojik faktörler kararları etkiledi. Böyle olması da işin tabiatı gereği idi.
Salgın şokunu yaşayan gelişmiş ülkelerdeki manzaralarla mukayese edildiğinde, Türk sağlık sisteminin başarılı bir sınav verdiği görüldü. Bunda, sağlık çalışanlarının özverisi, sağlık altyapısının gücü ve medyanın toplumu bilinçlendirme çabası önemli rol oynadı. Süreç içinde, maalesef
"piyasa fırsatçıları" da türedi. Muhalefet sözcüleri ise algı çarpıtması tarafı ağır basan tezler ileri sürdü. Küresel bir sorunu
ulusal dayanışmayla aşma çağrıları, CHP'nin başını çektiği grubun günlük siyasi malzemesine de dönüştürüldü!
Hasta sayısı/vaka sayısı farkı, ölüm nedenleri, defin sayıları... Her biri,
ana noktayı gölgede bırakmak için kullanıldı. O nokta, koronavirüs hastalarının tespiti ile sağlık durumuna göre evde veya hastanede bakımı idi. Tedavi protokolleri de sürekli güncellendi.
İtalya ve İspanya'da yaşlıların ölüme terk edildiği, hastalar arasında seçim yapıldığı, ABD'de cesetlerin soğutuculu kamyonlarda bekletildiği sırada, Türkiye'deki hastaneler bu büyük sınamaya karşı ayakta kalmayı başardı. Kuşkusuz, salgının zirve anlarında aksamalar ve sıkışıklıklar da gözlendi. Ama şartların geneli dikkate alındığında
pandeminin sağlık krizine, ekonomik krize ve toplumsal krize dönüşmesine asla geçit verilmedi. Ki bunu arzulayan çevrelerin varlığı bir sır değildi!
***
Bugün, salgında yeni bir pik noktası ile karşı karşıyayız. Hastalığa dair
farkındalığın yüksek, birlikte davranma kültürünün düşük olduğu zorlu bir kavşağa girmiş haldeyiz.
Şimdi en kritik konu,
"aşı tedariki" olarak karşımıza çıkıyor.
Sağlık Bakanı Fahrettin Koca'nın anlatımına göre aşılamada
birinci ve ikinci doz sayısı itibariyle
dünyada ilk 6 ile 10 arasında yer alan
bir Türkiye söz konusu. Yerli aşının üretimi
ve tıbbi teknolojiye yatırımın önceliği
artık Cumhurbaşkanlığı düzeyinde özel
olarak ele alınmakta. Bu geçiş döneminin
aşılması ise
"aşı milliyetçiliği" olarak
başlayan, giderek
"aşı jeopolitiğine dönen" özellikli koşullarda, stratejik davranmayı
gerekli kılıyor. Aşı geliştiren ülkeler,
başlangıçta kendi vatandaşlarını korumaya
aldıkları politikaları uyguladılar. Aşı
milliyetçiliği dediğimiz o safha geride kaldı.
Aşının jeopolitik hesaplarla dağıtıldığı, ülkeler arası bağımlılık ilişkisinin hedeflendiği, geleneksel müttefiklik bağlarının zayıflatıldığı bir eşiğe geldi. Elinde aşı bulunanlar, bu imkanlarını
kendi politikalarına müzahir ülke grupları oluşturmak için kullanmayı deniyor. Özellikle Çin, tarife dışı engeller çıkararak bu kartı kullanmaktan çekinmiyor! Türkiye ise Cumhurbaşkanı
Tayyip Erdoğan'ın inisiyatifi ile hem dost ve akraba ülkelere destek olmaya hem yerli aşısını üretmeye hem de aşıya küresel erişimin önündeki bariyerleri yıkmaya uğraşıyor.
Diyeceğim o ki...
Bardağın boş tarafı kadar dolu tarafını da gören, yerinde ve zamanında doğruyu söyleyen, ülkenin geleceğine güvenenlerden olmalıyız.