Kabul edelim ki "küresel sistem" yeniden yapılanma arayışında. Daha geçen hafta Çin dışişleri bakanının Türkiye'yi de kapsayan 6 ülkeyi ziyareti bile başlı başına bir gösterge. Çin, ABD'nin çok yönlü kuşatmasına karşı ciddi diplomatik atak içinde. Hatta bu hamlelerin, askeri konuşlanma dahil yeni adımları da gündemde.
Öte yandan...
ABD'nin canlandırmaya çalıştığı transatlantik ilişkileri AB için ne anlam taşıyorsa, Rusya için aksi söz konusu. Yani gerilimi artırıyor!
Demir İpek Yolu, Doğu Akdeniz, Avrupa, Ortadoğu, Balkanlar ve Kafkasların kavşağındaki Türkiye ise tehditleri fırsata dönüştürecek bir dönemin eşiğinde. Tabii ki "siyasi istikrar, toplumsal huzur, ekonomik direnç ve hukukun üstünlüğü", Türkiye'nin yeni meydan okumalara karşı koymasının olmazsa olmazları arasında yer alıyor.
Çok net görülüyor ki...
Türkiye'nin uluslararası sahada hak ve menfaatlerini koruma, bağımsız politika izleyebilme kabiliyetinin sonuçları henüz hazmedilmiş değil. Bu nedenledir ki zaman kazanmaya çalışan her aktör Türkiye'de "siyasi, ekonomik, hatta toplumsal kırılganlıklara" oynuyor. Ve maalesef içerideki kimi mahfillerden de destek bulabiliyor.
Kırılganlık demişken...
Sosyal medyada gelişen gündemin dikkatli etüt edilmesi gerekiyor. Bu alanda köpürtülen konular için tek başına "sanal" demek gerçekçi olmadığı gibi "ortalık yıkılıyor" diye telaşlanmak da yersiz. Sosyal medyada etkili isimlerin siyasal bakış açılarına göre karşılıklı atışması bir yere kadar anlamlı mesaj veriyor. Esas olan ise sosyal medyadaki başlıkların reel karşılığını ıskalamamak. Yani cevap vermek, karşı argüman üretmek kadar somut siyasi, iktisadi, hukuki hadiselerin milletteki karşılığını ölçerek, konumlamayı belirlemek. Aksi takdirde, haklı-haksız bakılmadan, yargının dahi yerine geçerek hüküm verilen alanlarda ne deseniz boş!
***
Tabii ki ülke içinde oldukça dinamik bir gündemimiz söz konusu. Ama aynı zamanda Türkiye'nin stratejik tercihleri bağlamında da olup bitenlere bakmak gerekiyor. Ki yakın zamanda sonuçlanan AB Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi, Ankara için önemli sinyaller veriyor. Anlaşılan o ki AB ile Türkiye ilişkilerinde üç seçenek var:
1- Orta sahada top çevirmek. Diğer deyişle, bağları resmen koparmamak.
2- Türkiye ile pozitif gündem üretmek.
3- Üyelik sürecine ilişkin radikal karar almak.
Görünen o ki...
AB, yeni dengelenme arayışında ve Türkiye'yi bütünüyle yörüngeden çıkarmak istemiyor. Türkiye de AB perspektifinden kaynaklanan, bilhassa ticari ve hukuki boyuttaki kazanımlarını feda etmeyi düşünmüyor. Yani, güçlü ve güvenilir yeni bir dal bulununcaya kadar eldeki dalı bırakmayı istemiyor. Bu zoraki durumun sürdürülebilirliği, "Gümrük Birliği'nin revizyonu, vize muafiyeti, terörle mücadele ve düzensiz göçe karşı etkili işbirliğinden" geçiyor.
Ne yazık ki...
AB'de Türkiye hakkında "Çok büyük, yeterince zengin değil, son zamanlarda çılgın ve Müslüman" tanımlamasına dayalı iç konsolidasyon tüm hızıyla sürüyor. Türk ve Müslüman nüfusun Avrupa mimarisine karşı kullanılacağı tezi ise bir paranoya olmanın da ötesine geçiyor.
Özetle...
AB mutlak seçenek olmaktan uzaklaşırken, henüz ikame seçenekler için global sistem erken görünüyor!