Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'la Afrika seyahatindeyiz. Cezayir, Gambiya, Senegal... Hem siyasi ve stratejik konular hem de
"kazan-kazan" anlayışına dayalı ekonomik konular masada.
"Lider diplomasisinin" bilhassa baş başa görüşmelere hakim olan pozitif etkisi,
"insani diplomasinin" ise sokaktaki insana yansıması en dikkat çekici gözlemlerimiz...
Cezayir'de Osmanlı Mahallesi Kasbah'ta dolaşırken, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın inisiyatifiyle TİKA tarafından restore edilen Keçiova Camii'nde cemaatle bir-iki cümle Türkçe konuşabiliyorsunuz. Ve o an Türkiye liderliğini ve gücünün farkını kez daha hissediyorsunuz. Türk dizilerinden öğrendikleri kelimelerle meramını anlatabilen gençler, -Türkiye'deki gibi- milletini önceleyen yönetimlere duydukları özlemi paylaşıyorlar. Ortadoğu'da, Afrika'da hükümetler küresel aktörlerin yörüngesinde savrulurken artık uyanış içindeki halklar, ilham aldıkları Türkiye'yi överek, tavrını açıkça belli edebiliyor.
***
Gelelim madalyonun diğer yüzüne...
Cumhurbaşkanımız, öteden beri Türk iş insanlarının önünü açmak, yeni pazarlara erişmesini sağlamak için çaba sarf etti. Ki bu Afrika programını da aynı kapsamda düşünmek gerek.
Lakin müteahhitlerimiz başta olmak üzere iş insanlarımızın da muhakeme biçimlerini reforme etmelerinin zamanı geldi sanki...
Ne demek istiyorum?
Konu şu:
DEİK organizasyonu ile geziye katılan, ticaret hacmi hayli büyük bir iş adamı ile sohbet ediyorduk... Suudi Arabistan'ın gelecek dönemde 1.5 trilyon dolarlık altyapı ihalesine çıkacağını, Türk inşaat sektörünün pastadan ciddi pay alabileceğini, bu sayede ekonomik büyümeye birkaç puanlık katkı gelebileceğini anlattı. Söylediklerinde doğruluk payı vardı. Fakat sonrası? Dedi ki...
"Kaşıkçı cinayetinin bu kadar üstüne gitmek bize ne sağlıyor?
Anlayamıyorum!"
Yurt dışında yeni işler alabilmek adına
meseleye sadece ihale imkanı açısından yaklaşıyordu.
Haliyle, Suud'dan ihale kazanabilme fırsatını gözeterek, bir manada Riyad adına Ankara'yı iç muhasebeye çağırıyordu.
İşte bam teli de burada...
Bizim iş insanlarımız, örneğin Suudi Prens Selman'ın suçüstü haline odaklanarak, o tarafı düşünmeye ve Ankara'ya yaklaşmaya teşvik etmeli. Yani, Suudların zafiyetini, onlar için yüzleşme vesilesine dönüştürebilmeli.
Neden?
Çünkü Türkiye, tarihin doğru ve ahlaki yerinde duruyor. Konjonktürel çıkışlar, Körfez için dahi sürdürülemez noktaya gidiyor.
İbre, Türkiye'yi işaret ediyor. Yeter ki biz dik duralım, iç bütünlüğümüzü koruyalım, devlet-millet kaynaşmasını pekiştirelim ve ekonomik operasyonlara karşı bağışıklığımızı güçlendirebilelim...