‘Otoriterleşen’ kapitalizm ve ‘faşist’ neoliberalizm
26.10.2020, Pazartesi
1820'den itibaren küresel 'ekonomi-politik'teki ağırlığını hızla arttırmayabaşlayan Atlantik İttifakı',mal ve hizmetleri ucuza üretmek, ardındantüm dünyaya istediği miktarda satabilmekadına 'liberal' görüşü yüceltmektede; dünyanın bütününü 'piyasaekonomisi'ne ve 'serbest ticaret'eikna etmekte de zorlanmadı.Çünkü, nüfusunun önemlibir kısmını Katolik, Protestanve Anglikan Hıristiyanlarınoluşturduğu Atlantik İttifakı,1900'de dünya nüfusununyüzde 30'unu; daha daönemlisi dünya milli gelirininde yüzde 72'sinden fazlasınıtemsil etmekteydi.
2000'de, dünya nüfusunda Hıristiyanlar ile Müslümanlar arasındaki nüfus farkı, dünya nüfusundaki pay üzerinden 8 puan iken, 2050'de 1.5 puanın altına düşecek. Bu nedenle, başta Malezya, Endonezya, Türkiye olmak üzere, nüfusunun yüzde 65 ile 99'u Müslüman olan ve dünya ekonomisinde artık 'yüksek teknoloji' ve 'yüksek katma değer'le 'üretim üssü'ne dönüşmüş ekonomilerden başlayarak; yeraltı ve yerüstü kaynakları ihracatı ile de 'zenginleşme' sürecini sürdürmekte olan Müslüman ülkelerin dünya milli gelirindeki ağırlıkları hızla artmayı sürdürüyor.
Bu tabloya; nüfusunun yüzde 73,5'i Konfüçyizm ve Budizm'e inanan Çin ve nüfusunun yüzde 79'8'i Hinduizm'e inanan Hindistan ve yine nüfusunun yüzde 75'inden fazlası Budizm'e inanan veya kendini hiç bir dine bağlı hissetmeyen Güney Kore gibi ülkeleri eklediğinizde, 'neoliberalizm'in merkezi olduğu iddiasındaki Atlantik İttifakı'nın dünya ekonomipolitiğindeki ağırlığını hızla kaybettiği bir sürecin içinden geçmekteyiz. Toplumsal eşitlik, insan hakları, fikir özgürlüğü, fırsat eşitliği ve serbest ticaret gibi değer ve kavramlarda kendini adeta 'çekim merkezi' ilan eden Atlantik İttifakı ülkeleri, bilhassa 2008 küresel finans krizi sonrasında, kendilerini tırmanışa geçen bir 'otoriterleşen kapitalizm' ve 'faşist' neolibebralizm sürecinin içinde buldular.
'Aşırı sağcı', insanlık adına en temel değerleri reddeden, Müslümanlara, Yahudilere, Ortodokslara, mültecilere nefret besleyen siyasetçilerin, siyasi hareketlerin oy patlaması yaptığı; '3. Dünya' olarak adlandırabileceğimiz E7 ülkelerinin (Çin, Hindistan, Brezilya, Güney Kore, Endonezya, Meksika, Türkiye) dünya ekonomisinde ağırlıklarını arttırmalarından, küresel ekonomi-politik sistemin ağırlık merkezinin Asya-Pasifik'e kayışından fevkalade rahatsız olan ve bu süreci durdurmak adına, bir zamanlar temsilcisi oldukları serbest ticareti şimdi kendi elleriyle baltalayan, bu ülkelere 'ambargo' uygulayan, engeller çıkaran, 'otoriterleşenKapitalizm'in artık beşiği haline gelen bir Atlantik İttifakı.
Kendilerinden başka kimseye 'piyasa ekonomisi'ni, 'serbest ticaret'i, 'serbest küresel ödeme sistemi'ni layık görmeyen; küresel sistemde iplerin ellerinden kaçmasından son derece rahatsız olmaları sebebiyle, 'faşist' bir 'neoliberal' anlayışı körükleyen; bu nedenle, kendi siyaset dünyalarındaki faşistleri, radikallere, antidemokratik siyasi hareketleri ve siyasetçileri cesaretlendiren; bizzat bu 'tehlikeli' arayış ve tavır nedeniyle, hem tüm dünyayı, hem de kendilerini bir ateşin içerisine sürükleyen bir Atlantik İttifakı. Bilhassa, Avrupa içine düştüğü 'kabus'tan uyanmazsa, hepimizi zor bir dönem bekliyor.
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.