Allah'ın Resulü çok büyük iştiyak/ arzuyla ahir zamanda yaşayan "kardeşlerini" görmeyi istediğini ifade buyurduklarında, arkadaşları (ashabı) sorar:
"Ey Allah'ın Resulü, biz senin kardeşlerin değil miyiz?.."
Sevgili Peygamberimiz,
"Sizler benim ashabımsınız (arkadaşlarımsınız)" buyururlar,
"Benim kardeşlerim, beni görmedikleri hâlde bana inananlardır..."
Ramûzu'l-Ehadis'de geçen bu hadiseye ilk gençlik yıllarımda muttali olduğumda kafamın içinde bir yığın sorunun cirit attığını dün gibi hatırlıyorum:
Her şeyden evvel,
"kardeşim" ifadesi
"arkadaşım" ifadesinden daha güçlü değil miydi?
Sahabenin, sahabe olmayan Müslümanlara manevi üstünlüğüne dair onca rivayetler ne olacaktı peki?
Bana öyle geliyordu ki, görmeden inanmak, görerek inanmaktan daha kolaydı.
Zira, görmeden inanmakta içine doğulan geleneğin, alışkanlıkların, onca külliyatla birlikte kabullenişlerin, hatta inandığını söyleyen milyonlarca insanın etkisi vardı.
Görerek inanmak öyle mi ya!
Sizin gibi oturup kalkan, sizin gibi yiyip içen, hülasa sizin gibi insani ihtiyaçlarını gideren biri bir gün gelip Allah'ın elçisi olduğunu, kendisine vahiy indiğini söylüyor...
Hangisi daha kolay?
Şayet görerek inanmak daha zorsa, neden
"kardeş" hitabına onlar yerine görmeden inananlar mazhar oluyor?
Ki, sevgili Peygamberimiz kendisini görmeden inananları o kadar seviyor ki adeta üzerlerine titriyor. Söz konusu hadisinde bu Müslümanlar için,
"Ah keşke kardeşlerimi bir görsem de onları cennete girmeden önce içlerinde şerbetler olan kâselerle karşılasam!.." buyuruyorlar.
***
Sanmayın ki mezkûr hadisin
"sıhhat derecesiyle" alakalı herhangi bir tecessüsüm
oldu. Kıymet hükmümüz,
Hz. Ebubekir misali
"O söylediyse doğrudur" demekten ibarettir.
Lakin riya bizden uzaktır; itiraf etmeliyim ki mezkûr hadisi hakkıyla fehmedememiş,
"Bir hikmeti vardır" düşüncesiyle kafamın bir köşesinde bırakmıştım.
Ne zaman ki Filistinlilerin Gazze direnişindeki teslimiyetlerine, sadakatlerine, adanmışlıklarına, tevekküllerine tanık oldum, görmeden adamakıllı inanmanın künhüne vardım.
Onlar ki en yakınları katledildiğinde bile,
"Benim oğlum, benim kızım, benim eşim, benim torunum, benim kardeşim Filistin'deki diğer şehitlerden değerli değildir!" diyenlerdir...
Onlar ki çocukların şehadetlerini
"Allah'a şükrediyorum..." diye karşılayanlardır.
Onlar ki onca açlığa, susuzluğa ve akıl almaz katliamlara rağmen hakkı ve sabrı tavsiye etmekten zerre miskali taviz vermeyen
"imanın mücessem hâli" gibidirler...
Onlar ki taklidi iman değil, sahabe gibi aynel yakin/tahkiki iman içredirler, elbette Rahmet Peygamberi'nin (SAV) kardeşleridirler.
İmdi, dost bilsin düşman bilsin, hülasa bilumum entegristler bilsin:
Şeytanın dostlarını düşman, düşmanları dost bildiğimiz gibi soykırımcı faşist İsrail rejiminin düşmanları dostumuz, dostları da düşmanımızdır.
Kim ki kalbiyle, diliyle, eliyle Filistin direnişinin yanındadır, etnisitesi, mezhebi, dini, meşrebi, mesleği ve coğrafyası ne olursa olsun başımızın tacıdır. ABD'li barış aktivisti
Rachel Corrie'den Lübnanlı ünlü Hıristiyan şarkıcı
Julia Boutros'a, Gazze için kendini yakan ABD'li asker
Aaron Bushnell'den
Macklemore'a,
Chavez'den
Mesut Özil'e kadar kim varsa...
Kim de tarihi nostaljiler veya cahili asabiyetler üzerinden "bozgunculuk" yapıyor, sureti haktan görünüp İsrail'in amacına hizmet ediyorsa en yakınımız da olsa ayağımızın bodrumundadır. NOKTA.