Dünyaca ünlü hip-hop sanatçısı
Macklemore, İsrail'in Gazze'de gerçekleştirdiği soykırıma karşı ve Amerikalı öğrencilerin protestolarına destek amacıyla yayımladığı yeni parçası
"Hind's Hall" ile yeni jenerasyonun
"devrim marşı" niteliğinde bir işe imza atmış oldu.
Sosyal medya hesabından saatler içinde milyonlara ulaştı.
Şarkının sözleri muhteşem.
Hele ki meslektaşlarını eleştirdiği kısımlar muhataplarına "Osmanlı tokadı" mesabesinde.
Şöyle diyor: "Müzik endüstrisi sessiz ve bu sessizlik platformlarında suça ortaklar. / Sanatçıya ne oldu? / Söyleyecek bir şeyin yok mu? / Eğer bir markaya bağlı olsaydım bugün benimle anlaşmanızı iptal edebilirdiniz. / Benim için hava hoş olurdu / Çünkü ben kalbimden besleniyorum..."
Helal olsun, aşk olsun.
Türkiye'deki "meslektaşlarına" da "yuh" olsun.
"Kalbinden beslenen"
Murat Kekilli gibi,
Resul Aydemir gibi birkaç sanatçımız
müstesna elbette. (Ah şimdi
Murat Göğebakan kardeşim yaşıyor olacaktı
da Gazze'nin çığlığını haykıracaktı. Bu
vesileyle sonsuz rahmet diliyorum.)
***
Ambulansları, doktorları, hastaları, hastaneleri, emzikli bebekleri, kadınları, yaşlıları hülasa 35 bin Gazelliyi soykırımdan geçiren İsrail rejimi en son olarak da çadırlardan müteşekkil "toplama kampı" haline getirdiği
Refah'a füze yağdırdı.
Bu kadarı
Hitler'in bile aklına gelmezdi.
Dünya sisteminin patronu ABD işbu İsrail rejiminin hamiliğine devam ediyor.
Bir grup (12 rezil adam) Cumhuriyetçi senatör de işgalci İsrail rejim şefi
Netanyahu, savunma şefi
Yoav Gallant ve soykırım ordusunun başındaki
Herzi Halevi hakkında tutuklama kararı çıkarmaması için
Uluslararası Ceza Mahkemesi'ne (UCM) tehdit mektubu gönderiyor. Mahut mektuplarında, olası "tutuklama kararının" sadece İsrail'in değil, aynı zamanda ABD'nin egemenliğine de tehdit olduğunu belirtiyorlar.
Yani, soykırımcılara karşı hukukun üstünlüğünü devreye sokmak, ABD egemenliğine karşı tehditmiş.
ABD senatörleri böyle de Batı çok mu farklı?
***
Soykırıma sessiz kalmak, sessiz kalmayanları ise "iptal etmek" Batı dünyasında standart hâline gelmiş durumda.
Mesela, Gazze'deki soykırımın görüntülerini dünyanın dört bir köşesine aktardığı için
El Cezire bu "iptal" furyasının en son mağdurlarından biri oldu.
İsrail rejimi, El Cezire'nin ülke içindeki ofislerini kapattı.
Müslüman bir ülke böyle bir karar almış olsaydı Batı dünyası "basın özgürlüğü" adına yeri göğü inletirdi.
Fakat söz konusu İsrail olunca tık yok!..
El Cezire'nin en büyük "kabahati", Gazze soykırımının henüz ilk aylarında "Hamas'ın sistematik tecavüzü" iftirasını haberleştirerek İsrail'in propaganda aygıtı işlevini gören
New York Times'ın iddialarını yerle bir etmekte öncü rol oynamaktı. Mart ayında yayınladıkları belgeselde, New York Times'ın raporunun baştan sona nasıl asılsız iddialarla dolu olduğunu tüm ayrıntılarıyla ortaya koymuşlardı.
Bunun karşılığında, İsrail rejimi ofislerini kapattı.
Söz konusu iftirayı üreten ve yayan New York Times'a ne mi oldu?
Ne olacak, "Uluslararası Habercilik" dalında
Pulitzer ödülü aldılar!