Türkiye'de devrim öncesinin İran'ıyla magazinin ötesinde ilgi duyan hemen hemen kimse yoktu.
Emel Sayın'ımızın İran Şahı'na konser vermeye
Tahran'a gittiğini herkes bilirdi. İran'da Fahrettin adıyla tanınan merhum
Cüneyt Arkın'ın filmlerinin de (68 yapımı "Yusuf ile Züleyha" başta olmak üzre) İran'ı kasıp kavurduğunu bilmeyen yoktu.
En çok takip edilen de
Rıza Pehlevi'nin evlilikleriydi. (Farah Diba neyse de yazık olmuştu Prenses Süreyya'ya.)
Atatürk'ün Türkiye'yi ziyaret eden İran Şahı'nın "Zat-ı şahanelerini Türkiye'de ağırlamaktan çok bahtiyar olduğunu..." belirttiği arşiv görüntülerinden hareketle İran'la ilişkilerimizin iyi olduğu ortalama yurdum insanının zihnine kazınmıştı.
Zaten 1639'daki
Kasrı Şirin Antlaşması'ndan beri İran'la herhangi bir
sorun yaşamadığımıza da herkes muttali idi.
O vakitler de
"Araplar bizi sırtımızdan vurdu" denirdi ama
İran için böyle şeyler hiç
söylenmezdi.
İran'ın mezhebine tecessüs gösteren de yoktu. Hâliyle ne
Şah Rıza'nın Şiîliğini bilirdik ne de birçok ortak yapımda rol alan İranlı aktör
Cihangir Gaffari'nin. Hoş,
Emel Sayın'ın Sünniliği de İranlıların umurunda değildi.
Devrim öncesi böyleydi, günümüzde öyle mi ya! Biraz daha kaptırsalar, Divan Edebiyatı'mızın en büyük şairi
Fuzûlî'nin Şiî olduğunu keşfedecekler diye korkuyorum.
Pardon, devrim esnasında mı dediniz?
Humeyni önderliğindeki 79 devrimini günbegün takip eden dönemin tirajı yüksek
Şura dergisinden
Yeni Devir gazetesine kadar "İslami duyarlıklı" mevkutelerin hiçbiri İran'ın mezhebiyle ilgilenmemişti.
Soncunu müthiş bir heyecanla bekledikleri sadece şu idi: ABD'nin İsrail'den sonra bölgedeki ikinci ileri karakolu olan
Şah'ın İran'ı devrilecek, yerine (İranlı devrimcilerin dile getirdikleri gibi)
ABD ve
İsrail karşıtı bağımsız bir İran kurulabilecek mi?
***
Demem o ki gerek devrim sırasında gerekse devrimden hemen sonra İran'ın mezhebinin ne olduğunu merak eden yoktu.
İran'ın mezhebini Türkiye'de ilk "keşfeden"
Taha Akyol oldu. "İranlılar Şii oldukları için devrim yaptı" dedi. "Biz Sünni'yiz öyle şeyler yapmayız..."
ABD ve İsrail'in sadık elemanı
Ürdün Kralı Abdullah'tan çok daha önce "Şiî Hilali tehlikesine" dikkat çeken de aynı muhteremdi.
İran devriminden sonra da amansız ve kesintisiz bir şekilde "İran düşmanlığı" yapan
Fetullah Gülen ile İran düşmanlığında da örtüşüyordu.
Soru şudur:
"İslam Nereye?" başlıklı yazılar yazan ama (İran'ın Suriye'deki konsolosluğunu vuran İsrail kınamak yerine İran'ı kınayan Batı için) bir kez olsun
"Batı nereye?" diye sormayacak kadar Batı'ya iman eden bu elemanın "mezhep asabiyeti" Türkiye'deki "dindarlar" arasında nasıl ve niçin hâkim oldu?
***
İran'ın İsrail ile "danışıklı dövüş" yaptığını
Trump'ın Kasım Süleymani misillemesi üzerine yaptığı konuşmasına dayandıran muhteremler, aynı Trump'ın İran'ın bölgedeki etkisini kırmak için ABD'nin 150 milyar dolar harcadığına dair konuşmasını ne yapacaklar?
"İran eşittir İsrail" veya "İran İsrail'den beterdir" derseniz, İsrail'in kullanışlı elemanı haline gelirsiniz de ruhunuz duymaz.
İran, İsrail'e misilleme hakkından vazgeçme koşulunu,
Gazze'de ateşkesin sağlanmasına, yani Siyonist rejimin Filistin'deki katliamlarına son vermesine bağladığını birkaç kez açıkladığı hâlde, "Danışıklı dövüş, animasyon cumhuriyeti, tiyatro, kurgu..." gibi lakırdılar etmek kültleştirmek değilse nedir?
Noam Chomsky, "Postmodernizm, insanlara, bir yandan son derece 'radikal' bir pozisyon almayı sağlarken, bir yandan da gerçekte olan bitenden tamamen kopuk olma fırsatı tanıyor..." demişti. Ki, böylesi bir durumda objektivite ve hakikat yoktur, ancak farklı 'anlatılar' vardır.
Gerçekle ilişkiyi kopartırsanız, kültleşmeniz kaçınılmaz olur.