Muhalif ekonomistlerimizden
Prof. Atilla Yeşilada'yı diğerlerine nazaran hep sevimli bulmuşumdur.
Hem "kültür-fizik" sahibi hem de hınzır ve çocuksu.
Bana öyle geliyor ki tarihçi olsaydı kuvvetle muhtemel
İlber Ortaylı gibi bir şey olurdu.
Tek farkla ki, kimseciklere
"Çok cahilsin, keşke ölsen" demezdi. Neyse...
Sayın Yeşilada her şeyden evvel yeminli muhalif değil. Burası önemli.
En azından, her dönemin ekonomi yönetimlerine birkaç ay mühlet veriyor, peşinen gömmüyor.
Ne ki, yeni dönemin
Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek'e
sadece mühlet vermekle kalmadı. Kendi
mahallesinden geldiğini iddia ettiği eleştirilere
karşı da savunmayı ihmal etmedi: "Efendim işte bunlar Batı'nın adamı... Gaye Hanım'ı da Mehmet Şimşek'i de para simsarları getirdi... Bunlar kimsenin adamı değil..."
Yeşilada'mız bildiğim kadarıyla "seküler muhaliflerin" mukim olduğu mahallenin güzide bir sakiniydi.
Şayet mahallesini değiştirmediyse...
Gerek Mehmet Şimşek'e gerekse yeni
Merkez Bankası Başkanı Hafize Gaye Erkan'a "Batı'nın adamı" diyen yok mahallesinde.
Tam aksine, Mehmet Bey ve Gaye Hanım'ın görevlendirilmesi hususunda "muhalif güruh" ilk kez iktidarla müttefik durumda. Hatta, iktidar çevrelerinden bile daha heyecanlılar desem, dilim şişmez.
Yeşilada'nın söz konusu sosyal medya programında kendi mahallesine söylediği şu sözü beni benden aldı: "Ama sürekli Batı düşmanlığı, ekmeğini yediğimiz finansal kapitalizmi kötülemek, inanılır gibi değil..."
Sen çok yaşa e mi Atilla Beyciğim.
"Ağa-ırgat" çelişkisini çağrıştıran, "Ekmeğini yediğimiz finansal kapitalizm..." ifadesini nereden buldun!
Çok güldüm, Allah da seni güldürsün.
***
Atilla Yeşilada her ne kadar Mehmet Şimşek ve Gaye Erkan'ın göreve getirilmesinden hoşnut olsa da "değişimin" sırf ekonomiyle olmayacağını dile getiriyor.
Hazret çok dertli:
Her yerde LGBT düşmanlığı devam ediyormuş...
İsveç'le olan ihtilafımız giderilememiş, daha ne isteniyormuş, açıkçası bilmiyormuş. Batı da anlamıyormuş... Bütün bunları bir araya getirdiğimizde şu ana kadar yapılanlar tamamen vitrin makyajıymış...
Prof.
Özgür Demirtaş ondan daha dertli. O kadar ki, durumdan şappadak vazife çıkarmış. Kendini tabiri caizse, "Ekonominin Mesih'i" mesabesinde görüyor galiba. Havarilerini de açıkladı. İçlerinde bizim
İbrahim Kahveci de var. (Ah şimdi rahmetli Ahmet Kekeç kardeşim yaşayacaktı ki akşama kadar gülecektik.) "Havariler" dediğimi Özgür Bey, "ekonomik kurul" tesmiye ediyor. Sizin anlayacağınız, bilim kurulu bitti, ekonomik kurul başlayacak. Hay Allah! Gelgelelim...
Özgür Bey de tıpkı Yeşilada'mız gibi işin ekonomiyle bitmediğini, yapısal reformların şart olduğunu dile getiriyor. Yapısal reform olmadan kısa vadede faizi artırılsa da işe yaramazmış. Yapısal reformların en başında da yargı reformu geliyormuş.
***
Bunların
Prof. Daron Acemoğlu'su da aynı dertten mustaripti. Ekonomi konusunda alınması gereken önlemler arasında,
Demirtaş ve
Kavala gibi mahkûmların serbest bırakılmasını saymıştı. Boşuna lafın belini kırmayalım: "Yapısal reformların" nihai hedefi uluslararası sisteme tastamam "uyumlu" hale gelmektir.
Mavi Vatan'dan
Kıbrıs konusuna, "Kürt sorunundan" güney sınırlarımızda ABD'nin kurmaya çalıştığı İkinci İsrail'e kadar her şey söz konusu "uyum" kapsamındadır.
ABD'nin Hazine Bakanı
Janet Yellen'ın dile getirdiği ABD'nin yeni ekonomik
stratejisi, Amerikan Doları'nın
hegemonyasına yönelik başta Çin olmak
üzere bütün tehditleri bertaraf etmek
içindir.
Hegemonya mantıklarında hiçbir değişiklik yoktur.
Bizim cici ekonomistlerimiz sonuç itibarıyla bu hegemonyaya boyun eğmenin dışında "rasyonel" bir yol olmadığını matah bir şeymiş gibi vazediyorlar.