Her şeyin temeli adalet. Allah adildir ve adil olanları sever. Bu "kıymet hükmümüz" de kimsenin paşa gönlüne bırakılamaz, "evrensel hukukla" kaimdir.
Haliyle, adalet konusunda eleştiri kimden gelirse gelsin ihtimam gösterilmeli, haklı eleştirilerin gereği de behemehal yerine getirilmelidir.
Malumunuz, geç gelen adalet, adalet değildir. Adaletin olmadığı yerde sadece zulüm vardır. Gelir adaleti de buna dahildir. Biliyorum, zengini daha da zengin yapan küresel kapitalist finans sistemi, doğası itibarıyla buna engeldir.
Lakin, biz elimizden geleni yapmakla mükellefiz.
En büyük adaletsizlik de gerçekleri çarpıtmak, tersyüz etmektir. Gerçeklerin algılara mahkûm edilmesine göz yummaktır.
Dün bu köşecikte dilim döndüğünce anlatmaya çalışmıştım:
Gerçekleri tersyüz etmenin sonu hainleri kahraman, kahramanları da hain görmektir.
***
28 Şubat sürecinde Fadime Şahin'li algı kampanyaları üzerinden "dindarlar" baskılandı. "Atatürkçülük" ve "laiklik" adına yaz aylarında çocukların
Kuran öğrenmeleri yasaklandı. O derece ileri gittiler ki adı lazım değil bir paşa, içinde
"ezan" ve
"şehadet" kavramları geçiyor diye
İstiklal Marşı'mıza dil uzattı.
Dönemin genelkurmay başkanının dediğine göre 28 Şubat bin yıl sürecekti, ne oldu?
FETÖ, 28 Şubat'ın millette açtığı yaraları araçsallaştırarak çok geçmeden işbaşı yapmadı mı?
Yoksa millete rağmen Genelkurmay Başkanı
Org. Başbuğ'un eline kelepçe vurabilirler miydi?
Dikkatle bakın, bir daha bakın; 28 Şubat'ın gizli elleriyle FETÖ'nün ellerinin aynı merkezde birleştiğini görürsünüz.
Sonuç itibarıyla, 28 Şubat'ta "Atatürkçü sosyoloji" ne kadar kullanılmışsa, FETÖ'nün arzı endam ettiği dönemde de "dindar sosyoloji" o kadar kullanılmıştır.
***
Başkan Erdoğan'a dindarların "Amerikancı İslam" adına kullanılmasına engel olduğu için yapmadıkları kalmadı.
Her şeye rağmen boyun eğmedi, direndi ve FETÖ'yü devletten temizledi.
Yaşar Nuri Öztürk'ün ifadesiyle,
"Ondan başka hiç kimse bu temizliği yapamazdı..."
Peki, "Atatürkçü sosyolojinin" müstevliler adına kullanılmasına kim engel olacak?
Attila İlhan merhum, "Mustafa Kemal'in baş özelliği" demişti, "Batı'ya karşı olmak, antiemperyalist olmaktı. Yavaş yavaş Atatürkçülük değiştirildi. Batı'ya karşı olmaktan, antiemperyalist olmaktan çıkarıldı, laiklik taraftarı olmak oldu..."
Bu aziz millet,
Gladyo'yu, Cumhurbaşkanımız Erdoğan önderliğinde 15 Temmuz'da püskürtünce, Atatürkçülük bu sefer "laiklik taraftarı" olmaktan da çıkartılıp
Erdoğan düşmanlığına indirgendi.
"Atatürkçülük" böylece
Gül veya
Karamollaoğlu veya
Davutoğlu veya
Babacan'la ve
hatta
FETÖ ve
PKK'nın siyasi uzantılarıyla (en azından hedef
birliğinde) uyumlu hale getirilmiş
oldu.
Bu durumdan rahatsızlığını dile getiren "yurtsever Atatürkçüleri" de, AKP'li olmakla itham ederek marjinalleştirmeye çalışıyorlar.
Bugüne değin "endişeli muhafazakârlar" ile "endişeli modernler" birbirlerine karşı kullanılarak "operasyon" çekildi.
Artık vaziyet değişti: Her iki taraf birbirine karşı değil, aynı anda ve yan yana kullanılmak isteniyor.
Göçmenler üzerinden yapılmak istenen budur.
Baksanıza; "Bu beden benim. Nerde, nasıl, kiminle, ne şekilde; sana ne Tayyip!" diyenlere destek veren endişeli modernlerin, Bebek sahili dolayımında bir tek
"Din elden gidiyor!" demedikleri kaldı.
31 Mart Vakası misali, "Şeriat isteriz!.." diye yürüseler, tam olacak!