Can arkadaşım AhmetKekeç'le bazen birbirimize tatlı tatlı "sitem" ederdik. Sitem dediğim, "Bu arkadaşı neden benden sakladın?" yollu takılırdık.
Birbirimize, "Biraz olgunlaşsın diye beklettim" dediğimiz de çok olmuştur.
Bu "olgunlaşan" arkadaşlardan biri şimdi hızlı "muhalif" olmuş. CHP yandaşı kanallarda öyle propagandist lakırdılar ediyor ki, benim canım muhaliflerim ağzının içine bakıyorlar.
Hayır, Ahmet Kekeç de ben de "keşfe" falan çıkmazdık. Kendileri gelirlerdi. Ne yalan söyleyeyim, geldiler mi de, FrancisVeber'in Salaklar Sofrası'nın (Le Diner De Cons) Pignon'unu gören Pierre Brochant gibi gözlerimiz parlardı.
Bir farkla ki biz kimseyi aşağılamazdık. Takılırdık sadece. Kimi zaman takıldıklarımızın da bize takılmalarını ister, canımız sıkılmış gibi yapardık. En sonunda da "oyunumuzun" anlaşılmasını sağlar, hep birlikte "neşemize" bakardık.
Enseyi karartmamamızı biraz da buna borçluyduk.
Bu özelliğimiz yazılarımıza da az çok sirayet ederdi. Ahmet Kekeç, mesela, Özdemir İnce'yi az "sevmemişti", ben de Ertuğrul Beyciğimi. Hatta ona şiir bile yazmıştım yahu.
Bülbülün çilesi güle yanmakmış ya, bizim "çilemiz" de ironiye, mizaha, şakaya meftun olmaktı.
Bir defasında el yükseltmiş, Pensilvanya sakinine dokunmuştum.
Kolay değildi, henüz 17-25 Aralık öncesiydi, FETÖ ile "kapışma" başlamamıştı. Hülasa, "dokunanın yandığı" günlerdi.
"İroni" marifetiyle "dokunmanın" dışında güvenli bir yöntem de yoktu.
Söz konusu yazıma "ironinin" dibini bularak başlamış, hemen ardından da lafı Cumhurbaşkanından Başbakana, Gürsel Tekin'den Sırrı Süreyya Önder'e, Oktay Vural'dan Ahmet Türk'e, Eczacıbaşı'ndan MustafaKoç'a, Doğan Medya'dan Alevi Bektaşi Federasyonu Başkanı'na kadar memlekette iktidara veya muhalefete mensup hatırı sayılır kim varsa Pensilvanya sakinine çektikleri "geçmiş olsun" mesajına getirmiştim. Pensilvanya sakininin gazetelerde çarşaf çarşaf yayımlanan teşekkür ilanı üzerine de şunu sormuştum: "Madem vatan hasretinden yanıp kavrulduğunu söylüyor ve madem memlekette herkes geçmiş olsun yarışına girmiş, neden gelmiyor?"
Bununla da kalmamış yazımı şöyle nihayete erdirmiştim: "Bu hâli ülkemizden habersiz birine anlatsak, 'Ülkeniz mi tuhaf siz mi tuhafsınız yahut bizimle kafa mı buluyorsunuz' yollu tepki göstermez mi?
Hiç unutmam, dönemin Taraf Gazetesi Yazı İşleri Müdürü Yıldıray Oğur'la bu konu üzerine tartışmıştık. "Gülen'e dön demek Muhtar Kent'e gel marketlerinin başına geç demek gibi bir şey" demişti de hak ettiği cevabı vermiştim. Anahtar teslim Türkiye istiyorlardı zahir.
Fakirin o yazısı, mahut teşekkür ilanına karşı, muhafazakâr medyada yayımlanan ilk ve tek yazıydı. Yani, zor zamanlarda dercettiğim gurur duyduğum yazılar arasındaydı.
Gelgelelim o yazıdaki "ironiyi" burnumdan fitil fitil getirdiler
Entegristler, mezhep savaşçıları, muhterisler ve kriptolar el ele verip FETÖ elebaşının mürailiğini deşifre eden o yazıdan adeta intikam aldılar.
Mezkûr yazımda bağlamından kopartılan ironik ifadeler üzerinden "Hocaefendi güzellemeleri" yaptığımı iddia edecek kadar tozuttular.
"İroni" yüzünden bu akıl almazların haysiyetsizliğine maruz kaldıktan sonra ironinin her çeşidinden köşe bucak kaçıyor muyum peki?
Nerdeee!...
Daha geçen gün, sanki "popstar" meslektaşıymış gibi Sezen Aksu'dan "Sezen" diye bahseden Mustafaİslamoğlu'na "dostumuz" diyerek hafif dokundurdum.
Vay sen misin "dostumuz" diyen!...
"Dostum" ile "dostumuz" arasındaki farkı anlamaktan aciz olana neyi nasıl anlatacaksın?
Oysa İslamoğlu'nu tanımam etmem bile.
O değil de ara sıra "SevgiliKılıçdaroğlu" diye hitap ediyorumya, umarım yarın öbür günbaşıma bir iş gelmez.
Uzun lafın kısası, akıllanamadım gitti.
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.