Aklı başında hiç kimse afetlere sevinmez. Mesela, ormanlarımız ne güzel yandı, sel vatandaşlarımızı ne güzel vurdu demez!
Yunanistan bile açıktan açığa böyle insanlık dışı tavır göstermez. Diğer yabancı ülkelerden de duruma göre yardım eden eder, etmeyen de susar.
Afetlerde asgari "insani" tavır budur.
Muhalefetimiz ne yapıyor peki?
Ne yapacak; afetler üzerinden siyaset, başka bir ifadeyle, "kaosa yatırım..."
Halbuki, hangi siyasi görüşten, meşrepten, mezhepten veya etnisiteden olursak olalım afetler karşısında kenetlenmemiz gerekmez mi?
"Etimiz kesilince bizim de kanımız akmaz mı?.." diyen
Shakespeare'in Shylock'undan mülhem söylemek lazım:
Yangın hepimizi yakmaz mı, sel hepimizi vurmaz mı, deprem hepimizi yıkmaz mı?
O halde nedir şu siyasi çıkar pespayeliği?
Yanlış anlaşılmasın, muhalefet elbette eleştirecek.
Lakin, eksiği gediği veya ihmali sorgulamak başka şey "ayartıcı yıkıcılık" için araçsallaştırmak başka şeydir.
***
Bu ülkede aklı başında hiç kimse ben faşistim, ırkçıyım,
zenofobi müptelasıyım falan demez.
Hele hele sığınmacıların veya mültecilerin evlerini, dükkânlarını yakın, yıkın, talan edin, çoluk çocuklarını kan revan içinde bırakın hiç demez.
Muhalefetimiz de bunu demiyor ama sinsi bir şekilde kışkırtıyor, hedef gösteriyor.
Lafın düzünü edecek olursak, iktidara zarar vermek belasına, ırkçılığın dik âlâsını yapıyor!
Kafaları
"AK Parti'ye ne yarar ne yaramaz" muhasebesi üzerinden çalışıyor
çünkü.
CHP eski Tunceli milletvekili, aynı zamanda Kılıçdaroğlu'nun da akrabası olan
Hüseyin Aygün bunu vaktiyle şöyle faş etmişti:
"Kılıçdaroğlu, 'Gülen Cemaati'ni eleştirmek AKP'ye yarar' diye beni uyardı..."
AK Parti'ye zarar verir düşüncesiyle
olsa gerek, son günlerde sığınmacı karşıtı
söylemlerini yoğunlaştırdılar.
CHP Bolu Belediye Başkanları da aldığı o utanç verici kararla tüy
dikti. Birileri de onu örnek almış olacak
ki
Bolu'da sırf tenleri kokuyor diye Iraklı bir aileyi apartmandan çıkarttıkları medyaya yansıdı.
Bunun binde biri maazallah bir Yahudi'ye yapılsa (haklı olarak) dünya ayağa kalkardı.
Sıra Iraklıya veya Suriyeliye gelince herkes susuyor!
***
Altındağ'daki o utanç gecesini yaşamamızın ana nedeni, muhalefetin sığınmacılar üzerinden yürüttüğü ırkçı/faşist söylemlerdir.
Fakat...
İktidar da mülteci sorununu komplikasyonlara açık bir yara gibi bırakmamalıydı.
Hamasetle hiçbir yara kapanmaz. Hele ki
"5 yıl ihmal edilmiş 5 milyonluk yara" hiç kapanmaz! Gerçekçi
politikalar üretmek şarttır.
Davutoğlu'nun "stratejik derinlikli" politikalarının bedeli daha ne zamana kadar ödenmeye devam edilecek?
Geçen gün
Prof. Atilla Yayla sosyal medya hesabı üzerinden şunu söyledi: "Türkiye'nin sığınmacılar politikasında yaptığı en büyük hata, AB ile yaptığı insan haklarına aykırı ve ahlaksız geri kabul anlaşmasıdır. Anlaşmayı kotaran ve ondan kişisel çıkarlar bekleyen de Ahmet Davutoğlu'dur..."
Evet, Davutoğlu'nun sadece sorunun oluşmasında değil bu hale gelmesinde de çok büyük vebali var.
Bu vebalin vicdan azabını çekiyor mu, bilmiyorum.
Benim bildiğim şudur:
Altındağ'daki o "utanç gecesini" yaşamamıza neden olan "refikini" uyarmak yerine sade suya tirit lakırdılarla geçiştirmeye çalışıyor.