İkisinden biri yalan söylüyor!
Devamında anlattıkları "dibacesine" kadar okuduğunu ortaya koymuştu.
Zaten bir başka televizyon programında bu sözleşmenin altına gururla imza attığını, bugün de yarın da olsa imza atacağını ifade etmişti.
TV 5'teki 9 Mayıs 2020 tarihli programda da "İmzamın arkasında duruyorum" demişti.
Hülasa, İstanbul Sözleşmesi'ni okuduğu kesin.
Ancak dün bu köşecikte Akit gazetesi yazarı Abdurrahman Dilipak'ın şunu söylediğini aktarmıştım: "Ben Ahmet Davutoğlu'na sordum nasıl imza attın diye. 'Okumadım' dedi..."
Ben de bunun üzerine, "Gördünüz mü liyakati, İstanbul Sözleşmesi'ni okumadan imzalamış!" demiştim.
Davutoğlu, sözleşmeyi okuduğu ayan beyan ortada olduğuna göre telefonda Dilipak'a yalan söylemiş olmalı. Yahut Dilipak yalan söylüyor, dahası iftira atıyor!
Uzun lafın kısası, maalesef ikisinden biri yalan söylüyor!
Okumadan imza atmak en fazla "liyakat" sorunudur; okuduğu halde "okumadım" demek, ahlak sorunu. Yalan söylemekten de daha büyük ahlak sorunu yoktur.
Umarım söz konusu durumun bir açıklaması vardır. Köşem ikisine de açıktır. Bekliyorum. Vuzuha kavuştursunlar. Zira ikisine de yalan söylemeyi hiç mi hiç yakıştıramam. Dahası buna çok üzülürüm.
Doğrusu, Dilipak'ın yalan söylemesi için bir neden yok ama Davutoğlu'na karşı da önyargılı olmak istemem.
Gelgelelim, bu konuda sicilinde şöyle bir "pürüz" var:
Son zamanlarda İstanbul Sözleşmesi hakkında "muhafazakar cenahta" yoğun bir eleştiri yükselmeye başlayınca, en ufak ayrıntısına kadar savunduğu mezkur sözleşmenin tek "sorumlusu" olmadığını, başta dönemin başbakanı Erdoğan olmak üzere herkesin altına imza attığını özellikle belirtiyor. O dönemde Dışişleri Bakanı ve aynı zamanda bakanlar komisyonu başkanı olması hasebiyle T.C. Devleti ve Hükümeti adına İstanbul Sözleşmesi'nin altına imza attığını kabul ediyor. Fakat sözleşmeden neşet eden 6284 nolu kanundan mesul değilim diyor.
Peki İstanbul Sözleşmesi'ne imza attığı dönemde de "sorumluluğu" böyle paylaşıyor, mahut kanundan mesul değilim falan diyor muydu?
Prof. Dr. Sefa Saygılı'nın 21 Aralık 2019 tarihli Akit gazetesindeki yazısından okuyalım: "Arşivlere gidersek bu yasanın öncelikle zamanın Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu'nun gayretleriyle çıktığı görülecektir. Üstelik ilk imzayı da bu 'stratejik derinliğe sahip' bakanımız atmış, bununla da övünmüştür.
Sözleşmenin imzalanacağını, bu konuda yoğun gayret gösterdiğini Milliyet yazarı Mehveş Evin'e söylemiş, o da Ahmet Davutoğlu'nun ifadelerini 'Şahsi Meselem' başlığı altında 16 Ekim 2011 tarihli Milliyet'te büyük mutluluk duyarak yazmıştır. Sayın Ahmet Davutoğlu'nun neler söylediğini sözünü ettiğimiz yazıdan takip edelim: 'İstanbul Sözleşmesi, Türkiye'nin dönem başkanlığında imzalandı. Bizim öncülük ettiğimiz, hatta bizim ilk imzayı attığımız bir sözleşme. Benim, şahsi olarak sahiplendiğim bir mesele. (...) benim imzamla Bakanlar Kurulu'na sevk edildi.
Süreçte hiçbir yavaşlama olmadı. Bürokraside yavaşlama olsa bile müdahale ederiz. Şahsen takip ediyorum, önem veriyorum. Şimdi kanun taslağına dönüşüp Meclis'e sevk edeceğiz..."
Anlaşılan o ki dün şahsi meselesiydi, bugün "kolektif mesele" olsun diye kırk dereden su getiriyor.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Bu millet bu savaşa girmez (26.11.2024)
- Kendi silahını gömdü (23.11.2024)
- Onlara da yâr etmezmiş (21.11.2024)
- Bombayı kendisi koydu (20.11.2024)
- Haksız tartışma bu (19.11.2024)
- İsmet Özel, Seyyid Kutub ve molla (16.11.2024)
- Yemişim İran’ını (14.11.2024)
- Cübbeli Hocamın fakire cevabı (13.11.2024)
- Neden ağlıyorlar? (12.11.2024)
- Elemanın ekstrası var (09.11.2024)