Planlama kökenli olduğu için Cumhurbaşkanı Yardımcısı
Cevdet Yılmaz, ekonomik program ve bütçe konularını iyi bilir. Hatta siyasetin beklentisi ile şartların gerçekliği arasında denge kurmada ustadır. Hazine ve Maliye Bakanı
Mehmet Şimşek ise uluslararası kuruluşlardaki birikimi ve önceki bakanlık deneyimi ile küresel finans ve ekonomi politikalarının sürdürülebilirliği noktasında ihtisas sahibidir. Bu tespitler,
"Bütün bu mimarinin temelini de çatısını da Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan tahkim ettiğine göre" diye devam edebilir.
Dün gerçekleşen
Ekonomi Koordinasyon Kurulu toplantısından
sonra yapılan açıklamada, bazı vurgular
dikkat çekici idi.
Örneğin
"ekip ruhu"nun altının çizilmesi!"
"2025-2027 dönemini kapsayacak Orta Vadeli Programa (OVP) ilişkin çalışmalarımız katılımcı bir anlayış ve ekip ruhu içinde geçtiğimiz yıl olduğu gibi bu sene de devam etmiştir!"
Bu ifadeye yer verilmesi elbette
"güven ve istikrar" faktörleri ile doğrudan bağlantılı.
Bir o kadar mühim husus ise siyasi
sorumluluğu olan isimlerle danışmanlar arasındaki
uyum katsayısında düğümlenmekte.
Yani,
"Söyleyecek sözü olan varsa ya şimdi söylesin ya da karnından konuşmasın" anlamına da gelebilecek ilkesel bir
duruştan söz edildiğini kayda geçirebiliriz.
OVP bağlantılı açıklamada bir diğer çarpıcı husus ise
"kurala dayalı ekonomi politikaları"na atıfta bulunulması idi. Bir bakıma
"mali kuralı" da çağrıştıran bu model, vakti zamanında Meclis'te yasalaşmak üzereyken direkten dönmüştü.
"Kendi kendimize niye IMF icat edip sınırlama koyalım. Bizim, büyümeye ihtiyacımız var" tezleri karşısında mali kural rafa kaldırılmıştı. Oysa sistem, rutin bütçe uygulaması yanında,
"var günlerde biriktirmeyi, yok günlerde harcamayı" esas alıyor, harcamaları rasyonalize ederek, önceliklendirmeyi hedefliyordu.
***
Son şekli verilmekte olan OVP'nin ana doğrultusu şöyle çiziliyor:
"Enflasyonda belirgin iyileşme ve kalıcı fiyat istikrarı, mali disiplinin güçlendirilmesi, finansal istikrarın sürdürülmesi, halkın refah ve satın alma gücünün artırılması, aktif sanayi politikalarına destek olunması."
Bu istikamete ise
"yapısal adımların" eşlik edeceği belirtiliyor...
"Afetlerle mücadele, yeşil ve dijital dönüşüm, düşük tek haneli enflasyon, finansal istikrar, iş ve yatırım ortamının iyileştirilmesi, yüksek katma değerli üretim ve ihracat, enerjiden eğitime, işgücü piyasasından sosyal güvenlik sistemine" kadar köklü
reform alanları sıralanıyor. Böylece 2025-
2027 yılları için kamu kesimi ve özel sektöre
net mesajlar gönderiliyor.
Son bir yılda kat edilen mesafe ise bu kadar iddialı icraat vaadinin teminatı olarak sunuluyor. Örneğin haziranda başlayan dezenflasyon süreci, büyümedeki dengelenme, cari açıktaki düşüş, turizm ve ihracat gelirlerindeki tempo, istihdamdaki pozitif seyir, iyileşen uluslararası rezervler, düşen kredi risk primi, deprem harcamalarına rağmen kontrol altında tutulan bütçe açığı gibi...
Buraya kadar her şey anlaşılır. Ancak, birkaç hususun altını çizmekte de fayda var.
1- 2028 (normal koşullarda) seçim yılı olacağı için, 2027 yılının ancak ilk yarısını hesaba katmak daha doğru olur. Sonrası için seçim iklimi belirleyici hal alır.
2- TBMM'nin, seçimleri yenileme kararı alması, böylece Cumhurbaşkanı
Erdoğan'a bir kez daha adaylık yolunun açılması ihtimal dâhilindedir. Bu nedenle bile seçim takvimi için esnek hesap yapılması gerekebilir.
3- Uzaya çıkan, 5. nesil savaş uçağı yapan ülkemizin hala tarım fiyatlarındaki oynaklığa çare bulamaması büyük çelişki olarak durmakta, hangi Türkiye'nin esas alınacağına dair kuşku uyandırmaktadır. Hizmetler sektöründeki direnci veya tarladan sofraya uzanan zincirdeki tezgâhı kırmadan faizi yüksek tutarak meselenin çözülmeyeceği aşikârdır. Bu düzeydeki faiz, yeni yatırımı da işletme yönetimini de zorlaştırmakta, Türkiye'den kısa vadede yüksek getiri sağlamayı düşünen yabancıların iştahını kabartmaktadır. Nokta!