Yüce Allah şöyle buyurdu: "Ey insanlar!
Sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için, sizi soylara ve kabilelere ayırdık.
Allah katında en üstününüz en çok takva sahibi olanınızdır. Allah bilendir (her şeyden) haberdar olandır." (Hucurat Suresi,13) İnsanların farklı soylara, kabile ve dillere sahip olmaları sunnetullahın, yani ilahi kuralın bir gereğidir. Buraya kadar herhangi bir problem yok.
Ama bu farklılıkları belli amaçlarla istismar edip bir ayrışma noktasına çeviren belli güçler, dinamikler var. Özellikle İslam âlemi ve gelişmekte olan ülkelerde bu sopayı sömürgeciler hep ellerinde tutmuşlardır.
Ülkemizde de yapılmak istenen budur. Farklı ırk, gelenek, soy, aşiret, dil ve hatta dinden gelen insanlar, dünyanın her tarafında birer zenginlik ve renk olarak kabulleniliyorken ne yazık ki bizim ülkemizde ve özellikle de İslam âleminde bir yıpratma ve kargaşa malzemesi yapılmaktadır. Manzara ortada. Irkçılık dinin yerine inşa ediliyor. Dinini tanımayan bir genç neslin oluşması için gayret ediliyor. Çağımızda dünyanın yeni haritasını dizayn eden emperyalistler; İslam âlemine yeni bir din takdim ediyor. Gençlere ırkını din yerine koy deniliyor, vatandaşa cemaatini din yerine koy deniliyor, mezhebini din yerine koy, meşrebini din yerine koy, aşiretini din yerine koy deniliyor.
Şartlara göre bölecek ne varsa yapıyor. Gençler, orta yaşlılar, ihtiyarlar buna karşı direniyor.
Direncini dinini terk etmemekle gösteriyor. Camiyi dolduruyor. Dinini namusu biliyor. Ama bu böyle devam etmez. Mutlaka düzenleyici, düzeltici, ıslah edici bir çaba gerekiyor. İslam ülkelerini ve bizim coğrafyayı kana bulamak isteyenlere karşı manevi bir hamle başlatmak zorundayız. Bozanlar nasıl bozdularsa, nasıl bizi ayrıştırmaya çalıştılarsa bizler de aynı yoldan giderek işi düzeltmek zorundayız. Dillerimiz ayrı, ırklarımız farklı, duygularımız çeşitli, soylarımız başkaca olabiliriz. Ancak her şeye rağmen yine en güçlü yanımız İslam'dır, dinimizdir.
Dinimizin bu gücünü, birleştirici yönünü bildikleri için, uyduruk, acımasız, örgütler, cemaatler kurdurdular. Din yıpratıldı. Dine gidecek yollara çiviler ekildi. Zehir saçıldı. Oraya koşmayalım diye.
Gençlere; ateizm, deizm gibi düşünceler enjekte edildi. Ediliyor. Ümitli olmalıyız. Ümitsizlik -ye'sküfür sayılmış. Bizler bozgunculardan daha güçlüyüz. Daha bilinçliyiz.
Kucaklaşacakların sayısı; kum taneleri kadar çok, bozmak isteyenlerin sayısı ise parmak sayısı kadar azdır. İnanın ki böyle.
O zaman Anadolu'yu ayakta tutan İslam'ı, yeni bir hamleyle çimentomuz kılmalıyız.
Kırılan, dökülen yerleri İslam'la onarmalıyız.
Gençlerle tek tek ilgilenerek, onlara ummadıkları kapılar açarak, kadınlarımızı Kuran eğitimine yetkin hoca hanımlarla yönlendirerek, hayal peşinde değil, ilim peşinde koşan bir kitle oluşturarak bunu başarabiliriz.
Kırılgan yüreklere manevi destek vermeliyiz.
Kardeşlikten nefret edenlerin inadına kardeşlik diyerek, herkese gönlümüzü, ruhumuzu, kulağımızı, gözümüzü açarak. Zemin başka yerlere kaymaya müsaittir. Gönülleri ve akılları ayrışmaya kaymadan; yumuşak, kucaklayıcı, onore edici tavırlarla kazanmalıyız. İnsanlar; kaosun, kavganın, düşmanlığın, devletsizliğin, dinsizliğin, kargaşanın neye mal olduğunu görüyor. İnsanlar adı ve sanı ne olursa olsun, dine-ırka veya dinsizliğe hizmet ettiğini ileri süren hiçbir örgüte hesap soramaz. Ama idarecilere, hükümetlere belli bir üslub ve edeb içinde sorabiliyor. Zira kanun var, nizam var. Kaosta ise bu şans yoktur.
Ülkemiz sadece Ortadoğu veya İslam coğrafyasının değil, bütün; sessiz, ezilmiş, horlanmış, sömürülmüş, onuruyla oynanmış ülkelerin umudu olabilir.
Yüce Rabbim hepimizin yar ve yardımcısı olsun.
Allah adına söyle!
Taif'in Beni Sa'd Kabilesi, Peygamberimiz'in (s.a.v.) sütannesi Hz. Halime'nin köyünde yaşarlardı. Bu köyün özelliği, temiz, duru ve güçlü bir Arapça aksanına sahip oluşlarıydı. Bugün Taif'in anayol güzergâhında yer alır. Yıkılmış olan köyün kalıntıları hâlâ duruyor.
Beni Sa'd'ın lideri, Dımam bin Salebe'ye görev verir. Hz. Peygamber'i kastederek, "Medine'ye gidip peygamberliğini ilan eden bu kişiyi tanı" der.
***
Dımam, Medine'ye gelir. Yanında arkadaşları da vardır. Atını mescidin kapısına bağlar. Mescide girer. Mescit doluydu. Dımam, biraz da sert bir üslupla 'Abdulmuttalip'in torunu kim' diye seslendi.
Efendimiz (s.a.v.) tebessümle, benim diye buyurdu.
Dımam; soru sormak istiyorum size! Ama sorularım sert ve çetin olacak, cevap verir misin dedi.
Efendimiz (s.a.v.) darılmadı. Sakin bir şekilde Dımam'a dilediğin gibi sor buyurdu.
Dımam ile Peygamberimiz (s.a.v.) arasındaki diyalog şöyle devam etti:
Dımam: Allah adına soruyorum. Öncekilerin, sonrakilerin, gelecektekilerin Rabbi olan Allah adına soruyorum. Seni bize Allah mı gönderdi?
Efendimiz (s.a.v.): Allah'ın adına söylüyorum ki 'Evet beni size Allah gönderdi.' Dımam: Öncekilerin, sonrakilerin Rabbi adına soruyorum: Kendine ibadeti, putlarla şirk koşmamayı, putları reddetmeyi sana Allah mı emretti?
Efendimiz (s.a.v.): Evet. Vallahi bunları bana Allah emretti.
Dımam: Öncekilerin, sonrakilerin, gelecektekilerin Rabbi adına soruyorum beş vakit namazı, ramazan ayının orucunu, zekâtı sana Allah mı emretti?
Efendimiz (s.a.v.): Allah adına diyorum ki, vallahi bütün bunları size iletmemi Allah bana emretti.
***
Dımam, bu cevaplardan sonra İslam'ın diğer emirleriyle ilgili sorular sordu. Hz. Peygamber (s.a.v.) bütün sorulara büyük bir sabır, ciddiyet ve kararlılıkla cevap verdi. Dımam'ın kalbindeki vesveseler geçti. Sağlam bir imanla iman etti. Kelime-i Şehadet getirdi ve ayağa kalktı. Sahabenin hayret dolu bakışları arasında şöyle dedi: Ben, Allah tarafından sana bildirilen her şeyi yapacağım. Ben, Beni Sa'd kabilesinden Dımam bin Sa'lebe'yim. Kavmim seni tanımak için beni gönderdi. Ben kavmime gidip bütün bunları anlatacağım.
Kavmimi Allah'ın yoluna davet edeceğim.
Vallahi ey Allah'ın Peygamberi! Bana anlattıklarından ne az ne de fazla yaparım. Benim aklım ancak bunu kabul eder.
Sonra yanındaki arkadaşlarıyla çıktı. Atına atlayıp gitti. Efendimiz, Hz. Dımam'ın arkasından şöyle buyurdu: Şu saçları iki örgülü adam doğru söylediyse, cennete girecek.
***
Hz. Dımam, Beni Sa'd'a gitti ve ilk olarak Lut ve Uzza putları pisliktir buyurdu. Tövbe et dediler, seni çarparlar. Delirirsin, cüzam olursun dediler. O, bir mümin sadakatiyle: 'Yazıklar olsun size! Hâlâ putlara tapınacak mısınız, Ben Allah'a iman ettim ve Muhammed'in (s.a.v.) kulu ve elçisi olduğunu kabul ettim' dedi. Hz. Dımam (ra) kavmini derinden etkiledi. Müthiş bir dönüşüm yaşattı.
***
O gün akşama kadar Beni Sa'd'ın bütün fertleri Müslüman oldu. Ve yüzlerce insan Medine'ye yürüyerek imanlarını ilan ettiler.
***
Hz. Dımam bin Salebe gibi takvayla harmanlanmış gönül insanları lazım. Sağlam davetçiler lazım. Yoldan çıkmışları Kuran'a ve Hz. Peygamber'e (s.a.v.) çağıracak Dımam'lar lazım. Ülke çapında ve hatta coğrafyamızın hepsinde İslam ve iman fırtınaları estirecek simalar lazım.
Tabii bunu yapacak olanlar; haset ve dedikodudan kendilerini sıyırabilirlerse. Hz. Ömer ve Hz. Abbas; "bizler Dımam kadar düzgün ve etkili soru sorup iz bırakan bir adam görmedik" diyerek, bizlere bir müminin diğer bir mümini nasıl övebileceğine dair güzel bir ders bırakmışlardır.
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.