Öncelikle Hasan-ı Basri'nin kim olduğunu belirtmek lazım. Babasının adı Yesar'dır. Meşhur sahabi Hz. Zeyd bin Sabit'in azatlı hizmetçisiydi. Hicretin 21. yılı doğdu.
Peygamberimiz'in (s.a.v.) eşi Ümmü Seleme'nin evinde büyüdü. Sahabeyle içli dışlı oldu. Büyük bir alim ve müthiş bir hatipti. Gittiği yerlerde derin etki bırakıyordu.
Dilinin sadeliği, konuşmalarının ve üslubunun düzgünlüğüyle tanınırdı. Heyecanlanmadan konuşurdu. İşte bu büyük alim ve hatip ilk dönem müminlerini, yani
Hz. Peygamber'in sahabesini şöyle anlatıyor:
Vah... Yazıklar olsun size. Dininizi sakız ettiniz:
"Vah vah, yazıklar olsun; aşırı istekler, hayali beklentiler, insanları mahvetti. Laflar çok, amel ve uygulamalardan hiçbir eser yok. İlim var, fakat gereğini yerine getirmek için ne azim ne de bir gayret var. İman var fakat yavan ve kuru. Her taraf insan dolu ama kafalarında beyin yok. Gelip gidenleri, onların hışırtılarını duyuyorum ama içten bir dost göremiyorum (samimi insan yok). Millet önce girdi (
İslam'ın özüne), vallahi sonra da çıktı. Önce her şeyi öğrendiler, sonra inkâr ettiler. Önce haram olduğunu kabul ettiler, sonra da helal saydılar. Sizin dininiz nedir? Ağzınızda sakız.
***
Birinize "ahiret gününe inanıyor musun" diye sorulsa hemen, evet der. Kıyamet gününün sahibine yemin ederim ki yalan söyler. Halbuki, mümine yakışan dinde sağlam olması, iman sahibi ve kesin inançlı olmasıdır. Onun ilmi için hilim, hilmi için de ilim süs olmalı. Akıllı fakat yumuşak huylu olmalı.
Güzel giyimi ve zorluğa katlanması yoksulluğunu örtmeli. Zengin olursa itidalli olmayı elden bırakmamalıdır. Sadaka ve fakirlere harcamalarında şefkatli, perişan durumda olanlara merhametli, haklıya hakkını vermekte cömert ve geniş kalpli, adalet ve insafta dürüst olmalıdır.
Kusur arama. Alay etme. Laf taşıma...
Mümin birinden nefret ettiğinde aşırıya gitmez. Birine sevgi ve muhabbet beslediğinde onun hakkında dinden taviz vererek, onu kaydırarak günah işlemez. Ne kusur arar, ne de alay eder. Laf taşımaz, zevk ve sefa peşinde koşmaz. Lüzumsuz sözlerle boşboğazlık yapmaz. Hakkı olmayan şeyin peşine koşmaz. Sorumlusu olduğu şeyi reddetmez. Özür göstermekte haddi aşmaz. Başkalarının felaketine sevinmez.
Densizliğe yumuşak davranır. Adaletle karşılık verir.
Müminin namazı huşu içinde (kendini Allah'a vermiş halde) olur, rukua gidişi uygundur. Onun, sabrı takva, sessizliği baştan başa tefekkür, bakışı tamamen ibret ve ders almadır.
Alimlerin meclisine gider, ilim öğrenmek için; onların yanında sükût eder, rahatsız etmemek için. Konuşursa sevap için, faydalanmak için konuşur. İyi bir iş yaparsa sevinir, kötü ve yanlış bir iş yaparsa tövbe ve istiğfar eder. Kendisine bir densizlik yapılırsa yumuşak başlı davranır. Zulmedilirse sabreder. Kendisine hakaret edilirse adaletli davranarak karşılık verir.
Allah'tan başkasından yardım dilemez. Ondan başkasına sığınmaz. Topluluk arasında vakarlıdır, tek başına bulunduğunda şükreder. Rızkına kanaat eder; felaketlere, musibetlere sabreder. Gafiller arasında bulunursa hakkı söyleyenlerden, hakkı söyleyenler arasında bulunursa tövbe ve istiğfar edenlerden olur.
Siz değiştiniz. Allah da sizi değiştirdi:
Hz. Peygamber'in (s.a.v.) sahabeleri işte böyleydiler. Derece ve sıralarına göre, dünyada yaşadıkları sürece şanlarına yakışan şekilde yaşadılar. Sonra teker teker Allah'a ulaştılar.
Ey Müslümanlar! Sizden önceki olgun Müslümanlar da öyle idiler. Ancak siz değiştiğiniz için Allah da sizi değiştirdi.
'Bir millet kendi iyi hallerini kötü ve fena hale, çevirmedikçe Allah o milletin halini kötü hale çevirmez. Allah bir topluluğa da bir kötülük diledi mi onun geri çevrilmesi imkânsızdır. Ve toplum için Allah'tan başka bir koruyucu da yoktur.'
Lüzumsuz sözle uğraşmadılar.
İslam daveti ilk müminlerin kulağına ulaşınca onlar hemen o anda iman ettiler, ona hemen lebbeyk dediler. Bu davete iman, onların kalplerinin derinliklerine işledi. Onların kalpleri, bedenleri, gözleri Allah'ın heybeti, azameti karşısında eğildi. Vallahi ben onları gördüğüm zaman, sanki onlar dinin gerçeklerini gözleri ile çekişen ve yanlışın peşinde koşan kimseler değildi. Lüzumsuz sözlerle uğraşmazlardı. Allah'tan onlara ne gelmişse hemen inandılar.
Allah Teala onları Kuran-ı Kerim'de bakınız ne güzel övmekte ve tarif etmektedir:
'Rahman olan Allah'ın kulları o kimselerdir ki, onlar yeryüzünde tevazu ve vakar ile yürürler. Cahiller kendilerine laf anlattıklarında da 'selam' derler. Cahillik yapıldığında duruşlarını değiştirmediler.
Onlar yumuşak başlı kimselerdi. Hiç cahillik yapmazlardı. Başkası da cahillik yaparsa onlar bu halde de, ağırbaşlılıklarını ve vakarlarını bozmazlardı. Onlar Allah'ın kulları ile işe yarar söz dinlemek için gündüzlerini geçirirler, Allah onların gecelerini hayırlı gece olarak bildirmiştir ve şöyle buyurmuştur:
'Onlar gecelerini ayakta durarak ve secde yaparak (namaz kılarak) geçiren kimselerdir.
Yanaklarında gözyaşları çizgi oluşturmuştu. Gerçekten onlar ayakları üzerine dikili kalırlar, yüzlerini yere sürerler, secde yaparlardı.
Onların yanaklarında gözyaşlarının bıraktığı çizgiler vardı. Allah korkusu onların gözlerini yaşla doldurmuştu. Gecelerini uykusuz, gündüzlerini Allah korkusuyla geçirmek, onlar için bir mesele değildi.
Allah Teala şöyle buyuruyor: "Onlar Ey Rabbimiz, cehennem azabını bizden uzaklaştır. Muhakkak cehennem azabı sürekli bir felakettir derler." Ey insanlar. Boş temennilerden vazgeçin. Halbuki sizler ne yazık ki sadece temenni etmekle yetiniyorsunuz.
Ey insanlar! Bu boş temennilerden vazgeçin. Çünkü Allah Teala hiçbir zaman hiçbir kuluna, dünyada da ahirette de kuru arzusu ve boş temennisinden dolayı bir şey vermemiştir."
ŞEYTAN GELİNCE BEN DURMAM
Hz. Peygamber (s.a.v.) ve Hz. Ebu Bekir oturuyorlardı. Dışarıdan gelen biri Hz. Ebu Bekir'e hakaret etmeye başlıyor. Efendimiz (s.a.v.) rahatsız Hz. Ebu Bekir de... Ama adam durmadan konuşuyor, hakaret ediyor. Hz. Ebu Bekir ise Resulullah'ın (s.a.v.) huzurunda olduğu için hem daralıyor hem de susuyor. Efendimize duyduğu derin saygıdan dolayı.
Fakat sabırla dinleyen Hz. Ebu Bekir nihayet cevap veriyor. Adamın lafını ağzına tıkıyor. Kendini savunuyor.
Bu manzarayı gören Hz. Peygamber (s.a.v.) ayağa kalkıp orayı terk ediyor. Hz. Peygamber'in (s.a.v.) gittiğini gören Hz. Ebu Bekir deminki sözlerden çok, Peygamberimizin gidişinden etkilenip telaşlanıyor ve Hz. Peygamber'in (s.a.v.) arkasından çıkıyor.
Hz. Peygamber'in (s.a.v.) yanına gelen Hz. Ebu Bekir kendisine çirkin söz söyleyen adama cevap verdiği için özür diler ve şöyle der: Ey Allah'ın elçisi! Adamın sözlerinden değil, sizin yanınızda söylenmesinden rahatsız oldum. Sizin üzüleceğinizi düşünerek üzüldüm. Telaşlandım. Beni affedin.
Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurdu: Ebu Bekir! Adam senin aleyhine konuştukça Allah ona cevap versin diye bir melek görevlendirdi. Adam senin aleyhine konuştukça, melek seni müdafaa ediyor ve o adama yalancı diyordu.
Ne zaman ki sen kendini savunmaya başladın işte o an melek kalktı ve şeytan girdi odaya. Sen biliyorsun
şeytanın olduğu yerde ben olmam.
Allah insanın vekilidir. Yanlış yapıldığında size karşı o yanlış yapanı veya zulmedeni Yüce Allah'a havale ederseniz, sizin adınıza koruyucu ve cevap verici Allah'tır artık.