Göreve geldiği 2016'dan beri Trump'ı ABD müesses nizamının argümanlarıyla değerlendirenler aradan geçen onca zamana rağmen ayılamadılar.
Hâlâ medyasıyla, askeri ve güvenlik bürokrasisiyle, Hollywood'uyla 20 Ocak'ta mezar taşı dikilecek olan 9/11 düzeninin kuyruğuna sarılmaya devam ediyorlar.
Bu yüzden, Trump'ın ilk döneminde yeterince güçlü olmadığı için yerine getiremediği değişim vaatlerinin gerçekleşmesi hâlinde Türkiye'nin de kazanacağını göremiyorlar.
Trump'ın, Türkiye'yi de yakından ilgilendiren hangi alanlarda radikal değişimlere soyunacağına bir bakalım:
1- Kuşkusuz ilk sırada NATO geliyor. Türkiye, paktın en kritik güneydoğu sınırını koruyan, en büyük ikinci ordusuna sahip, gayrisafi yurtiçi hasılanın en az yüzde 2'sini savunmaya ayırma hedefini tutturmuş bir üyesi. Buna karşın üyeliğin en temel haklarından mahrum bırakılıyor. F-35'lerin, F-16'ların modernizasyonu ya da hava savunma sistemleri gibi konularda fiili ambargoya maruz kalıyor. Trump'ın mevcut NATO işleyişini değiştirmeye yönelik hamleleri Türkiye değil Brüksel'de suyun başını tutanları kaygılandırsın.
2- Trump, Avrupa Birliği'ni de faydasız bir yük olarak görüyor. Karşısında paktlar değil tekil aktörler görmek istiyor. Böyle bir ilişki modelinin bürokrasiyi ortadan kaldıracağını, sorunların çözümünü kolaylaştıracağını düşünüyor. Türkiye'yi 60 yıldır oyalayan Hıristiyan kulübünün bekasından bize ne?
3- Açıkça DEAŞ'ı Obama'nın kurduğunu söyleyen Trump, ilk döneminde generallerine bu işi bitirip Suriye'den ayrılmaları için üç aylık süre vermişti. Suriye'deki devrimin ardından oluşan yeni koşullarda, ülkesine bir faydası olmadığını düşündüğü ABD askeri varlığını bölgeden geri çekebilir.
Elbette Trump'la birlikte Türkiye için ortam dikensiz gül bahçesine dönecek demiyorum. Neticede Trump da Erdoğan da ülkesinin daha güçlü ve avantajlı konuma gelmesi için mücadele eden iki lider. Türkiye ve ABD'nin çıkarlarının geçmiş dönemde olduğu gibi kimi zaman çatışması normal. Örneğin, İsrail meselesi önümüzdeki dönem Ankara ve Washington arasındaki en çetrefilli mesele olacak.
Ama samimi bir diplomasi yürütme iradesi ortaya koyan Erdoğan ile Trump arasındaki diyalog kesilmedikçe iki ülkenin rasyonel çözümde ortaklaşamayacağı sorun yok.
***
ERKEN KALKAN ERDOĞAN SURİYE'DE YOL ALDI
Ani durumlar karşısında geçmiş yüzyılların teorilerini tekrar etmeyi siyaset üretmek sanan, yaklaşan değişimi göremeyen siyasi aktörler patinaj yapadursun, Suriye konusunda erkenden inisiyatif alan Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye'yi tarihin doğru tarafında konumlandırdı.
Geç kalan Batı bloku ise vazgeçmiyor. İngiltere, Fransa, Körfez ülkeleri Şam'dan çıkmıyor.
Dün de devrilecek Esad'a oynayıp hata yapan İtalya, "Zararın neresinden dönsek kârdır" diyerek sürece dâhil oldu.
İtalya Başbakan Yardımcısı Tajani dün "Suriye'deki yeniden birleşme, barış ve istikrar sürecinin aktif bir parçası olmak istiyoruz" diyordu.
Suriye'deki devrim "Türk halkının da zaferi" diyen Ahmed eş-Şara, ülkenin ayağa kaldırılmasında Türkiye'nin öncelikli bir yeri olduğunu söylüyor.
Epey geç kaldıkları kesin.
***
AMAN ALİ BEY AĞZINIZIN TADI KAÇMASIN
İki tür siyasetçi var.
1- Konuşmaya başlayınca devam etsin diye ağzına baktıklarımız.
2- Ağzını açar açmaz sıkıntıdan patlayıp ne zaman susacak diye beklediklerimiz.
150 bin oyuna karşılık CHP'nin kendisine 15 milletvekili hediye ettiği DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, kuşkusuz ikinci grupta yer alıyor.
Dün de Suriye'de tüm küresel aktörler sürece bir yerinden dâhil olmaya çalışırken konuyla ilgili yaptığı ilk açıklamada Türkiye kamuoyunda oluştuğunu söylediği "fetih psikolojisinden" yakınıyordu. En büyük sorun buymuş.
Ali Bey'in itidalli görüneyim diyerek sıraladığı klişeleri dinlerken kendimi esnerken buldum.
***
NİYE KAÇTINIZ O ZAMAN?
İran dini lideri Ayetullah Ali Hamaney, "Suriye'de kaybedecek bir şeyi kalmayan gençleri" isyana davet ediyor.
Sözünü ettiği "gençler", Putin'in "350 muhalif savaşçı karşısında 30 bin hükümet askeri ve İran yanlısı birlik savaşmadan geri çekildi" sözlerini hatırlamışlar mıdır?