"Bir inzibat çavuşu, omzunda tüfek yanımıza geldi. Göz pınarları dolmuş ve sesi titreyerek bize,
'Uşaklar hadi gelin, Paşa hazretleri sizi emrediyor' dedi.
Ayağa kalkmış, esas duruşa geçmiştik. Şaşkın vaziyette birbirimize bakarken, ben çavuşa, 'Komutanım, biz buraya Hafız Melek hocamızdan
aldığımız dersleri icraya ve piknik yapmaya geldik. Ne olur bırakın biz gidelim' dedim.
Çavuş da,
'Olmaz öyle şey, Paşa sizi emretti. Haydi şimdi beni takip edin' dedi."
Bu sahne 1917 yılında Diyarbakır'ın gül bahçeleri içinde yer alan Seman Köşkü çevresinde yaşanıyordu.
Paşa dedikleri de
Mustafa Kemal'di. Çağrılan ise geçen 1 Şubat'ta TRT Kürdi ve TRT 2'de 63'üncü ölüm yıldönümünde özel konserlerle anılan Diyarbakır'ın ünlü sanatçısı
Celal Güzelses, daha doğrusu o günkü adıyla
Mehmet Celalettin'di.
Genç Celalettin'in sesi öylesine etkileyiciydi ki,
Mustafa Kemal Paşa uzaktan duyduğu o billur sesin sahibini tanımak ve dinlemek istemişti. Celalettin ve arkadaşları daha sonra adı Gazi Köşkü olacak Seman Köşkü'ne biraz da korkuyla girip, Paşa'nın,
"Peki çocuk, benim için de söyler misin?" deyince rahatlayacaklar ve uzun süren bir gece başlayacaktı.
Yıllar sonra o geceyi şöyle anlatıyordu:
"Tam 8 saat huzurunda meşk yaptık. Hüzzam, uşşak, hicaz, nevruz, saba ne varsa geçtik. Onun sevdiği klasik eserleri söylerken arada bir bize iştirak ettiğini hatırlıyorum..."
O geceden genç Celalettin'in unutamadığı
bir anısı daha vardı.
Mustafa Kemal Paşa, gecenin sonuna doğru şöyle sesleniyordu:
"Sen içiyor musun çocuk?"
"Hayır Paşam, ben içmiyorum" deyince Paşa şöyle devam etmiş:
"Âlâ içme çocuk, bu sesi koru olur mu? Bir gün ayaklarımıza vurulmak istenen prangalardan kurtulursak seni tekrar dinlemek nasip olur inşallah."
Çok değil 6 yıl sonra
Mustafa Kemal Paşa, o gün hayal ettiği prangalardan kurtuluşa
bizzat önderlik edecek ve cumhuriyeti
kuracaktı.
Peki, o gün sesini beğendiği Diyarbakırlı çocuğu tekrar dinleyebilecek miydi?
Kuşkusuz o çocuk da büyümüş, cumhuriyetle birlikte bir devlet dairesinde göreve başlamıştı. Ama müzikle ilişkisini de hiç kesmemişti.
Diyarbakır Ulu Cami ile tekkeler arasında geçen gençlik hayatında müthiş bir müzik bilgisine sahip olmuştu. Onlarca tekkenin varlığından söz ediyor ve şöyle diyordu:
"Tekkeler, tasavvuf eğitiminin, Hakk'a olan aşkın ve teslimiyetin birer hayat membaı idiler."
Kader mi tesadüf mü ne derseniz deyin,
işte bu genç adam tam 15 yıl sonra bu kez
Dolmabahçe Sarayı'nda Paşa'nın huzurundaydı.
Bu buluşmanın hikâyesi uzun ve ilginçti ama ben sadece Dolmabahçe Sarayı'ndaki o karşılaşma anına değineceğim. Diyarbakırlı eski Bayındırlık Bakanı
Fevzi Pirinçcizade, Dolmabahçe Sarayı'nda
Mehmet Celalettin'i tanıştırırken,
"Sayın Reisicumhurum, hatırlar mısınız bir gün bana Diyarbakır'da bir çocuk dinlediğinizi söylemiştiniz" der. Atatürk hiç
tereddüt etmeden devam eder:
"Çocuk, yoksa sen Mehmet Celalettin misin?"
Evet, o genç 1917'de
Mustafa Kemal'in Diyarbakır'da sesini beğendiği
Mehmet Celalettin'di. O gece masada
Safiye Ayla da vardı.
Ve Dolmabahçe Sarayı'na Mehmet Celalettin olarak giren genç adam, bizzat Atatürk'ün koyduğu
Şark Bülbülü Celal Güzelses ismiyle çıkacak ve müzik tarihine geçecekti.
Şimdi bu hikâyeyi yazanlardan da söz etmem gerekiyor. Onlardan biri sevgili dostum
Emrah Özpirinçci. Özpirinçci, deniz sevdalısı bir Bodrumlu, aynı zamanda Diyarbakırlı ve
Celal Güzelses'in torunu. Celal Güzelses'in adını taşıyan bir başka torunla birlikte dedelerinin kitabını yazmışlar:
"Ben Celal Güzelses..."
Elinize sağlık... Kitapta sadece bir müzik
adamı değil, o müzik adamının nasıl bir
kültürel zeminde yetiştiği de anlatılıyor. Geçmişi yok sayanlara ders niteliğinde bir kitap.