Ekrem İmamoğlu önceki gün mazbatasını aldı ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı görevine başladı.
Hayırlı olsun... Doğal olarak ilk işi de Saraçhane'deki alanda İstanbullulara seslenmek oldu. Orada, seçim sonuçlarına ve demokrasiye vurgu yapan, hizmeti öne çıkartan geniş bir konuşma yaptı.
Demokrasi vurgusu özellikle dikkat çekiciydi:
"İstanbullu dedi ki benim adalet duygularımla oynayamazsınız.
İstanbullu 23 Haziran'da demokrasiye olan bağlılığını tescilledi ve dünyaya 'Türkiye herhangi bir Ortadoğu ülkesi değildir. Demokrasiye inanmıştır' ilkesini gösterdi" Aslında sadece İstanbullu değil, tüm
Türkiye, 1950'den bu yana en zor zamanlarda
bile sandığa giderek demokrasiye
hep sahip çıktı. Ama ne yazık ki halka
güvenmeyen, halkı
"karnını kaşıyan adam" diye küçümseyen, sandıktan değil
vesayet odaklarından güç alan bazı siyasi
yapılar bu gerçeği hiç görmedi. Şimdi bu
gerçeği görüyor olmaları elbette iyi bir başlangıç.
Bu noktaya nasıl geldikleri ayrı konu ama yine de halka güvenmeyi sürdürürlerse bu sadece onlar için değil Türkiye için bir kazanım olur.
İmamoğlu bu başlangıcın öncüsü olarak konuşmasında sadece demokrasi övgüsü yapmakla yetinmedi, demokrasiye katkı veren vatandaşlardan, kurumlara kadar herkese teşekkür etti. Teşekkür faslında neredeyse saymadığı kimse kalmadı.
CHP'den HDP'ye Saadet'ten DP'ye, AK Partililerden MHP'lilere hatta İmamoğlu'nun çizdiği portrenin tam tersi bir portre çizerek halkın değerleriyle kavga eden CHP İl başkanı
Canan Kaftancıoğlu'na bile teşekkür etti. Spor kulüpleri sona bırakılsa bile ihmal edilmedi.
Oysa o konuşmanın yapıldığı yer Saraçhane'ydi ve Saraçhane'nin
"demokrasi" tarihinde özel bir yeri vardı. Eğer bugün Türkiye'de hala demokrasiden söz ediliyor, hala darbeci generallerin diktatörlüğü altında inlemiyor, hala seçimler yapılıyor ve
"değişmez" denilen iktidarlar el değiştirebiliyorsa bunu o meydanda FETÖ'cü darbecileri 15 Temmuz gecesi durdurmak için şehit edilen 17 kişiye ve direnen halka borçluyuz.
15 Temmuz'da
"demokrasiyi korumak için" çıplak bedenleriyle tankları
durduran, kurşunlara meydan okuyan
o kahramanlar, bir demokrasi şöleninde
hatırlanmıyorsa ne zaman hatırlanacak?
Bu sahne, bana topluma gösterilenle, gerçekte olan arasındaki derin farkı gösteriyor.
Bu bir içselleştirme meselesi... O gece atılan tweetleri, beklentileri bir yana bırakıyor ve soruyorum; 15 Temmuz'u sahiplenemeyen,
"kontrollü darbe" diyerek itibarsızlaştıran bir siyasi aklın
"kimseyi ötekileştirmeyeceğiz" ya da
"Bu şehirde biz ve onlar diye bir ayrım olmayacak" sözü, ne kadar samimi?
Onlar, kuru bir teşekkürü, bir cümleyle de olsa anılmayı hak etmiyorlar mı? Acaba unutuldular mı yoksa hiç hatırlanmak istenmediler mi?