Soğuk Savaş bittikten sonra, 'Amerikalı' Amerika'nın, yeni muhafazakar (neocon) akımla birlikte, küresel siyaset sisteminde ortaya koyduğu temel iddia, neoliberal ekonomik anlayışın ana ekseni oluşturduğu bir konjonktürde, küresel ticaret ve sermaye hareketleri serbestleştikçe, önemli sayıda ülkenin bir demokratikleşme rüzgarına kapılacağı ve giderek güçlenen bir dalgaya bağlı olarak, daha otokratik rejimlerin dahi bu dalgadan nasibini alarak bir 'değişimsüreci'ne girecekleri idi. Ülkeler arasında 'bağımlılık' ve 'bağlantısallık' derinleşecek ve bu tablo küresel ve bölgesel jeopolitik gerginlikleri bertaraf edecektir. Batılı ekonomiler ise, ihtiyaç duydukları ürünleri gelişmekte olan ekonomilere ürettirerek, sanayi sonrası toplum olma özelliklerini derinleştireceklerdi.
1990'lı yılların ikinci yarısında patlak veren 'Asya Krizi'ni de, bu manada yükselen Asya ekonomilerinin kendi istekleri doğrultusunda 'dönüşüm'e dirençlerinin kırılma noktası olarak okumayı tercih ettiler. Oysa, krizi yaşayan Asya ekonomilerinin tümü 'dayatılan' bağımlılık ve bağlantısallığın sakıncalı yönlerini benliklerine kadar hissettiler ve zaman içerisinde neoliberal politikalardan adım adım uzaklaşacakları ve 2008 küresel finans krizi sonrasında 'stratejik otonomi' anlayışını geliştirip, tahkim edecekleri bir sürece hız verdiler. Bu süreci bir süre sonra Latin Amerika ülkelerinin de izlediklerine şahit olduk. Bu nedenle, ABD'nin kendini 'tek süper güç' olarak konumlandırdığı ve 'tartışmamız biat' talep ettiği bu dönemde, bir çok Asya ve Latin Amerika ülkeleri ile 'Amerikalı' Amerika anlayışını önceliklendiren neoconlar arasında sürtüşmenin ve gerginliğin arttığına şahit olduk.
Sizce, tam da bu gelişmeler yaşanırken, belirli çevrelerce 'ArapBaharı' olarak adlandırılan, esasen tüm Orta Doğu, Kuzey Afrika ve Körfez Bölgesi için 'karakış' anlamına gelen sürecin 2010 yılının aralık ayında başlaması çok mu şaşırtıcı? Türkiye'nin coğrafyasındaki 1. ve 2. kuşak komşu ülkeler için, Balkanlar, Kuzey Afrika, Orta Doğu, Kafkasya ve Orta Asya için 'cesaretlendirici', yol gösterici, ilham verici pozisyonuna, 'oyun kurucu ülke' konumuna içeriden ve dışarıdan saldırıların yoğunlaşması çok mu şaşırtıcı? Fetö, Pkk, Daeş gibi dünyanın en tehlikeli terör örgütlerinin Türkiye'ye yönelik saldırılarının yoğunlaş(tırıl)ması çok mu şaşırtıcı? 2004'ten itibaren Batı başkentlerinde çöreklenmiş ulus ötesi yapıların organize ettiği ve Soros'a finanse ettirilen sözde 'turuncu devrim'leri Avrasya'ya yayma girişimleri çok mu şaşırtıcı? 14 yıl sonra, baas rejiminin yerle yeksan olduğu ve Ülkemizin tüm bir Avrasya'daki 'ilham verici' rolüne yönelik saldırıları, hainlikleri bertaraf ettiği, Cumhurbaşkanımız Erdoğan'ın güçlü, kararlı ve vizyoner liderliğinde, Türkiye'nin 'oyun kurucu ülke' olma gücünün, imkan ve kabiliyetlerinin tüm küresel ve bölgesel aktörlerce tartışmasız kabul gördüğü bir tarihi eşikteyiz. Küresel güç merkezleri arasındaki rekabet ve gerginliğin derinleştiği, güçmerkezlerinin Avrasya'daki konumları açısından Türkiye'nin en vazgeçilmez, en stratejik işbirliği yapılacak ülke olmasının perçinlediği böyle bir konjonktürde, aralarında Ülkemizin de yer aldığı E7'nin G7'nin yerini aldığı, Küresel Güney'in yükselişinin hızlandığı bir dönem ivme kazanmış durumda. Türkiye'nin merkezde yer aldığı Atlantik'ten Asya-Pasifik'e küresel geçiş dönemini tüm yönleriyle dikkatle takip etmeyi sürdüreceğiz.
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.