Küresel, bölgesel ve ulusal ölçekte 'Kovid-19' küresel virüs salgınıyla ilgili kapsamlı mücadele ve salgının sebep olduğu ekonomik, sosyal, hatta uluslararası politikayı ilgilendiren meselelerin tümü dikkatle takip ediliyor. Süreçler sadece ekonomipolitik boyutlarıyla değil, aynı zamanda teknik boyutlarıyla da detaylı incelenmekte ve tartışılmakta. İşte tam da bu noktada, küresel pandeminin bir kez daha hatırlattığı kritik bir konu başlığı, ülkelerin, hatta dünyada öne çıkan şehirlerin 'yaşam kalitesi' meselesi oldu.
Küresel pandemi öncesinde, 'yaşam kalitesi'nde öne çıkan en temel hususlar, aslında şehirlerin günlük yaşamına dair daha estetik, daha 'sosyal yaşama' dokunan başlıklardı. Şehirdeki sanat merkezleri, yeşil alanlar, sosyal eğlence mekanları, kütüphaneler, ağırlama endüstrisinin (restoran, kafe, otel ve benzeri imkanlar) imkanları doğal olarak öne çıkmaktaydı. Ancak, küresel pandemiyle birlikte, bu başlıklar, detaylar, 'önemi'niyitirmese de, 'önceliği'ni yitirdi. Uluslararası kurumların raporlarında, artık altı kalın bir şekilde çizilerek, bir ülkenin veya şehrin yaşam kalitesinde artık tartışılmaz önceliği olan bir alan olarak, hatta ülkelerin, şehirlerin 'en değerli' varlığı olarak tanımlanan bir alan olarak öne çıkarılan husus 'Sağlık Sistemi ve Altyapısı'.
Birleşmiş Milletler (BM) Dünya Sağlık Örgütü'nün (DSÖ) rapor ve değerlendirmeleri, 'Kovid-19 'la birlikte yaşama' gerçeğinin en az 2024'e kadar devam edebileceğine işaret ederken; küresel iklim değişikliği ve 100 milyona ilerlemekte olan 'düzensiz göç'e tabi insan sayısı nedeniyle, küresel virüs salgınlarının artık günlük hayatımızın ne yazık ki 'değişmeyecek' bir gündemi olacağına da işaret ediyor. Bu nedenle, bir ülkenin veya bir şehrin etkin, yüksek kalitede işleyen, son derece iyi yetişmiş yetkin ve yüksek nitelikte uzmanla yürütülen Sağlık Sistemi ve Altyapısı, bilhassa uluslararası ölçekte profesyonel çalışma yürüten 'beyaz yakalı' çalışanlar açısından artık her şeyden daha kıymetli hale geldi.
Bu nedenle, Türkiye'nin son dönemde gerçekleştirdiği Sağlık Sistemi ve Altyapısı'na yönelik, hem halk sağlığı, hem tedavi, hem rehabilitasyon, hem acilve yoğun bakım süreçleri, hem de eğitim süreçleri boyutundaki hamleleri, bugün çok daha ciddi boyutlarda uluslararası yatırımcıların da, uluslararası profesyonellerin de radarında. Nitekim, Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) üyesi ülkelerin GSYH'larına oranla, sağlık harcamalarının oranına baktığımızda, 2005'de yüzde 7,8 olan oran, 2007'de yüzde 7,7'ye gerilese de, 2008'de önce yüzde 8'e, 2009'da bir anda yüzde 8,8'e yükselip, 2018'e kadar yüzde 8,7 ortalama ile gitmiş iken, 2019'da önce yüzde 9'a, ardından 2020'de yüzde 9,9'a sıçramış durumda.
Buna karşılık, sağlık sektörü yine OECD üyesi ülkeler de dahi, 'dijitalleşmeyatırımları'ndan en düşük oranda nasibini almış bir sektör. Ve, bu dönemde, tersine, maliyet kısıtlama politikasına ağırlık vermiş olan OECD'nin önde gelen gelişmiş ülkeleri, bugün bu tercihin halk sağlığı hizmetleri adına sebep olduğu 'açık'tan ciddi manada muzdaripler. Bu nedenle, küresel ve bölgesel krizlere, virüsle mücadeleye, yeni hastalıklara karşı 'dayanıklı', 'araştırma-geliştirmeimkanları' güçlendirilmiş ve 'sürdürülebilir' bir Sağlık Sistemi ve Altyapısı artık ülkelerin birinci önceliği.
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.