Pisi kolojik öyküler... Pandemi
***
Kurtuluş'un dar sokaklarını mesken edinmiştim. Dünyaya geleli birkaç ay olmuştu ve ben yapayalnız, çaresiz dolanıp duruyordum sokaklarda. Uzun bir araştırma sonunda bana, daha doğrusu bizlere yiyecek ve su koyan, yanımızdan geçtikçe tatlı tatlı laf atan, arada bir başımızı okşayanların olduğu bu sokağa yerleşmeye karar vermiştim.
Bir bakkal dükkânı olan Ahmet Amca, gitar sesi pencerelerden taşan Tolga, yalnız başına yaşayan Maide Teyze, bize mama koymayı hiç aksatmayan Nilgün Abla. Bu sokağı seçmemde en büyük etken onlardı. Aramızda bir bağ oluştuğundan ve birbirimize olan sevgimizden emin bir şekilde yaşayıp gidiyorduk ki beklenmedik bir şey oldu.
Bir sabah şöyle keyifle gerinerek güne merhaba demeye hazırlanıyordum ki kabıma mama koymak için eğilen yüzü görünce korkudan tüylerim diken diken oldu. Sadece gözleri görünen, ağzında yüzünün yarısını kaplayan bir maskeyle bana bakan bir yüz. Şaşkınlıktan esneyen ağzımı kapatmayı unutmuş, gözlerim korkudan kocaman olmuş bakarken bir ses duyuldu maskenin ardından.
"Tanımadın mı beni oğlum?"
Tolga Ağabey bu. Nasıl tanımam! Hem onun sesini, hem de geç saatlere kadar çaldığı gitarın penceresinden taşan sesini pek severim. Kendimi hemen toparlayıp şaşkınlıkla karışık bir teşekkür miyavı döküldü dudaklarımdan. Tam kendimi toparlayıp mamamı yemeye koyulmuştum ki bakkal dükkânını açmaya koyulan Ahmet Amca'nın da yüzünün yarısını saklamış olduğunu gördüm. Kötü bir şey yapmış, belki de büyük bir suç işlemiş olmalıydılar ki tanınmamak için böyle yüzlerini saklıyorlardı.
Yanılmış olmayı diledim içimden. Çünkü ikisini de çok severim. Suç işleyecek insanlar değil onlar ama belli mi olur! "Beşer şaşar." Bu sözün ne anlama geldiğini bilmiyorum. Maide Teyze kapının önünde komşu Saliha Teyze ile konuşurken duymuştum. Emekli maaşını aldıkları bankanın çok sevdikleri, efendi yüzlü veznedarı, para çalmış. Bunu konuşurken Maide Teyze "Beşer şaşar" demişti. Sanırım bu söz Tolga Ağabey ve Ahmet Amca'ya da uyar. Uymasa da söyledim işte. Boyumdan büyük laflar etmeyi çok severim ben.
Maide Teyze ile Saliha Teyze mahallede ne var ne yok, her şeyi bilirler. Onların kuyruğundan ayrılmayacağım. Neden böyle derler bilmiyorum, insanların kuyruğu yok ki! En doğrusu, kuyruğumu onlardan ayırmayacağım ki Ahmet Amca'yla Tolga Ağabey'in ne suç işlediklerini öğreneyim.
Geçenlerde Nilgün Abla, Tolga Ağabey ile konuşurken "Mahallenin paparazzileri" dedi onlar için de çok güldüler. Tolga Ağabey pek bir güldü ama Nilgün Abla'nın kendisine bakan gözlerinin daha çok güldüğünü fark etmedi ya da fark etmemiş göründü. Çünkü bir sevgilisi var onun. Hazal adı. İnsan ve hayvan beğenisi farklıdır bilirim. İnsanlar için bembeyaz kedi güzeldir. Oysa ben onları çok soluk, renksiz bulurum. Şöyle alacalı bulacalı kediler cazip görünür gözüme.
Neyse lafı uzatmayayım, Hazal her iki cins için de güzelliği tartışılmayacak bir kızdı. Tolga Ağabey deli oluyordu onun için. Nilgün Abla'nın ise onları her gördüğünde yüzü asılıyordu. Hazal kadar güzel değildi belki ama ben onun kara gözlerini, Hazal'ın cam gibi parlak mavi gözlerinden daha çok beğeniyordum.
Ahmet Amca dükkânın kapılarını açtı, kapının önüne şöyle uyduruktan bir kova su döktü. Bense bir köşeye pısmış, olacakları beklemeye başlıyordum ki bir anda kamburumu çıkarıp kulaklarımı diktim ve en yakın ağacın arkasına saklandım.
Sokakta yüzlerini maskeyle kapatmış kızlı erkekli bir grup heyecanla konuşarak geliyordu. Yüzümün yarısını ağacın kenarından çıkarmış bakıyordum ki en vurucu darbeyi o anda yedim.
Maide Teyze, iyi yürekli, tombul Maide Teyze de yüzünün yarısını kapatan bir maskeyle kapıdan çıkmasın mı?
Allahım, ben nasıl bir sokağa, kimlerin arasına düşmüştüm? Bir suçlular çetesinin içinde yaşıyormuşum da haberim yokmuş! Hele Maide Teyze'den hiç ummazdım doğrusu.
"Sen de şaşmışsın işte" dedim içimden.
Maide Teyze hızla bakkal dükkânına girdi. Ben de peşinden seğirttim, kapıda gizlenip dinlemeye başladım. Maide Teyze oflayarak içeri girip selamladı Ahmet Amca'yı. "Bir salgınımız eksikti!" diye söylendi Ahmet Amca. "Zaten işler kesattı. Böyle giderse iyice hapı yutarız."
"Sorma, bizim oğlanın işinden de kaç kişiyi çıkarmışlar, ödü kopuyor sıra kendine gelecek diye" dertlendi Maide Teyze. Sonra maskesini çenesine kadar indirdi.
"Bu da iyice bunaltıyor beni ama korkumdan çıkaramıyorum, çok cezası varmış." Derin nefes alınca kocaman memeleri şöyle bir kalktı indi.
Aaa, maske takmış ama dudaklarını da boyamayı unutmamış! Kıpkırmızı ruju maskeden biraz çenesine bulaşmış ama olsun. En azından masum ya! O da, Ahmet Amca, Tolga Ağabey de!
Tarifsiz bir huzur yayılıyor içime. Sevdiğim bu insanlar hakkında yanılmamış olmak kedi içgüdüme duyduğum güveni pekiştiriyor. Sonrasında işler büyük bir hızla gelişti.
Artık maskelileri gördükçe yadırgamaz, korkmaz olmuştum. Bir gün Tolga Ağabey, beni kucakladığı gibi evine götürdü. "Bundan böyle, burada benimle yaşamaya ne dersin?" diye sordu burnunu burnuma sürterek.
Ne mi derim? Yüreğimin en derininden kocaman bir miyavvv!
Derken arada bazı günler sokağa çıkma yasakları kondu.
Böyle günlerden birinde Hazal, bu salgın dönemini Tolga'nın yanında geçirmeye karar verdi. Tolga'nın keyfine diyecek yoktu. Bir köşede kurulmuş, tüylerimi yalıyordum ki gözü bana ilişti.
"Adı ne bunun?" diye sordu. Doğru ya! Bana "Oğlum" diyordu sadece ve yeryüzünde Hazal'dan başka ad yoktu onun için.
Omuzlarını silkti Tolga Ağabey. Hazal hemen atıldı.
"Bugünleri hatırlatacak bir isim koyalım. Pandemi olsun mu adı?" dedi gülerek. Tolga Ağabey kahkaha atarak sarıldı ona.
Böylece adım Pandemi oldu.
Alışmam biraz zor oldu başlarda. Uyuklarken adımı duyar duymaz fırlıyordum. Bakıyordum ki televizyondan beni çağırıyorlar. Önceleri herkes beni tanıyor diye çok şaşırdım, sonra da biraz havalara girdim doğrusu. Yine bir gün adımı duyunca koşturdum ama duyduklarım beni çok şaşırttı. Benim yüzümden ölenlerin sayısı artmış.
Allah kuru iftiradan saklasın! Ben kimseyi öldürmedim. Bu mutlaka beni kıskanan o iki kedinin iftirası. Tolga Ağabey beni evine aldı ya, çekemiyorlar. Acı acı Tolga Ağabey'e baktım, beni korusun diye.
Neyse ki gerçekleri ve adımın da aslında pek matah bir şey olmadığını öğrenmem zor olmadı. Şaşkın Hazal, bana bula bula bu adı mı buldun! Ya Tolga Abi'ye ne demeli? İnsan benim gibi güzel ve tatlı bir kediye Pandemi adı koyar mı hiç! Televizyonda adımı duyar duymaz, boş bulunup şöyle bir kulaklarımı dikiyorum yine ama hiç istifimi bozmuyorum artık.
Hazal'lı günler çok keyifli geçiyordu. Çok süslüydü Hazal.
Evin içinde etrafa güzel kokular saçarak dolanıyordu ama sadece dolanıyordu. Tolga ona yemekler hazırlıyor, çocuk gibi ağzına besliyordu. Gece olunca da iki kadeh içki alıp mumların aydınlattığı odada gitar çalıyordu sevgilisine.
Bir akşam çok keyifsiz geldi eve. Çalıştırdığı işyeri ücretsiz izin vermişti. Hazal teselli etti sevgilisini. Ben de bacaklarına süründüm sevgiyle ama sanırım pek işe yaramadı. Düşünceli bir şekilde yemek hazırladı, sessizce yediler. O günden sonra bir daha eski keyifli haline dönmedi Tolga Ağabey. Geç yatıp öğlenlere kadar uyuyordu. Benim karnımı doyurmayı unuttuğu gün bile oldu. Ben onun halinden anlıyordum.
Galiba evde benden başka onu anlayan yoktu. Hazal bütün gün televizyon izliyor, tırnaklarını boyuyor, tembellik ediyordu. Kısacık şortuyla ortalarda dolanırken Tolga Ağabey onun güzel bacaklarına bakmıyordu eskisi gibi. Uyanıp kalktığı bir öğleden sonrası onu yine televizyonun karşısında buldu Tolga Ağabey. Gelinim bayıldı, kaynanam ayıldı gibi saçma bir şey izliyordu Hazal, heyecanla. Gözlerini ekrandan ayırmadan iç bayıltan bir sesle "Aşkitomm, ne yiyeceğiz?" diye sordu cilveli.
Tolga Ağabey bir an sustu. Sonra "Bu saçma şeyleri izleyene kadar bir gün de senin elinden bir şeyler yesek olmaz mı?" diye sordu.
Eyvah! Ortalığa bir anda öyle bir elektrikli hava yayıldı ki kuyruğumun ucundaki tüyler bile diken diken oldu.
Hazal yay gibi kaşlarını iyice yaylandırarak şöyle bir baktı.
"Aşkım, yemek yapmasını bilmediğimi unuttun galiba. Zaten diyet yüzünden kuş gibi yiyorum. İki lokma bir şey yapmak çok mu geliyor sana?"
Tolga Ağabey ses çıkarmadan mutfağa girdi. Kirli tabak çanağı bir kenara ittikten sonra bir şeyler hazırlamaya koyuldu.
Gerisi çorap söküğü gibi geldi. Tolga Ağabey daha çok uyur, Hazal daha az süslenir oldu. Gitar sesinin yerini alan tartışmalar çoğaldı, Tolga'nın ona bakan gözlerindeki hayranlık azaldı.
Veee... Sonunda bitti. Hazal eşyalarını topladığı gibi gitti. Tolga hiç itiraz etmedi. O akşam kapı çaldı. Nilgün Abla elinde kocaman bir tepsi gülümseyerek duruyordu.
"Sana yemek getirdim" dedi. "Bir ihtiyacın olursa çekinmeden söyle olur mu? Darılırım yoksa."
Fazla uzatmadan tepsiyi bırakıp gitti.
Sonra ne mi oldu? Tepsi alışverişi devam etti elbette. Bir süre sonra yemekler birlikte yenir oldu. Tolga tekrar gitar çalmaya başladı. 65 yaş üstü sokağa çıkma yasağı konunca Maide ve Saliha Teyze'nin gerçek yaşları anlaşıldı. Maide Teyze, "65'e basmama daha var ama ben canımı sokakta bulmadım, yine de çıkmam" dediğinde herkes ona inanmış göründü. Balkondan Ahmet Amca'ya her seslenişinde kırmızı rujunu sürmeyi de hiç ihmal etmedi.
......................
www.h2okitap.com
***
PAZAR NEŞESİ
Garson: Bu güzel çifte başka ne getirebilirim?.
Kız: Yoo yooo!.. Biz sadece arkadaşız.
Genç adam: Hesapları getirin lütfen. Ayrı ayrı..
Kız: Ne dedin? Anlamadım..
Genç adam: Ayrıca, o üç kola içti, ben bir.. Unutmayın sakın..
***
LATİN SÖZLERİ
Ab honesto virum bonum nihil deterret!
İyi bir adamı onur yolundan hiçbir şey döndüremez!
Anonim
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- En güzel manzara... İnsan!.. (23.11.2022)
- Türk ve Norveç Halk Müziği’nde ortak noktalar!.. (24.04.2022)
- Bugün için yazmak içimden gelmedi, inanın!.. (23.04.2022)
- Domenec Torrent, hoca moca değil!.. (22.04.2022)
- Pitbull dehşeti ve verilen komik ceza!.. (21.04.2022)
- Bravo Yıldız!.. Bravo Mevlüt!.. Önce ‘İnsan’, önce ‘Çocuklar’ çünkü... (20.04.2022)
- Ne mutlu bana Erol, sana değil, bana! (19.04.2022)
- Muhteşem Çeşme Projesi ve istemezükçüler!.. (17.04.2022)
- Bir muhteşem okul... Bir muhteşem sergi... (16.04.2022)
- “Türkiye’nin ne güzel yolları var” turu!.. (15.04.2022)