Yürüyün kızlar!.. Türk önde, Türk ileri!...
İşte Cumhuriyet'imin kızları!.. İşte Atatürk'ümün kızları!. Bu kızlar bizim!. Çin gibi bir devden sonra, Rusya gibi bir başka devi daha deviren bu kızlar bizim.. İnanın hayatımın en zor yazısını yazıyorum.. Çünkü aklımda kelimeler değil, bizim kızların sevinç gözyaşları içinde birbirlerine sarılmış görüntülerini izlerken, ekrandan gelen mix edilmiş 10'uncu Yıl Marşı ve İzmir Marşı'nın sözleri var.. Müziği Japonlar salona mı veriyorlar, yayına mı bilmiyorum..
Yerimden fırladım. Aşağı indim.. Bilgisayarımı açtım ama hâlâ o sözler beynimin içinde dönüyor..
"Türk'üz, Cumhuriyet'in göğsümüz tunç siperi
Türk'e durmak yaraşmaz, Türk önde, Türk ileri.."
Ve de..
"İzmir'in dağlarında çiçekler açar
Altın gümüş ordu sırmalar saçar!."
Önde giden, ileri giden kızlarımız..
Göğsümüzde çiçekler açtıran ve sırmalar saçan kızlarımız!.
Durmalı.. Bir nefes almalıyım ki, devam edebileyim!.
*
Hayır!. Bu bir tesadüf değil, yıllardır süren bir gelişimin devamı.. Adım adım geldik buraya.. 2016 Oyunları'na da takım sporu olarak katılanlar sadece voleybolcu kızlarımızdı.
2020 Tokyo'da gurupları da tarihte ilk geçenler oldular.. Hem de Çin gibi, Rusya gibi devleri devirerek.. Hem de içinde devşirmeleri de olan altı kişilik değil, gireni, çıkanı aratmayan 10 kişilik bir takımla ekran başında izleyen milyonları sonuca bile bakmaksızın verdikleri müthiş mücadele ile coşturan, ağlatan kızlarımız..
Son maçlarda Ebrar'ın yerine oynayan Meryem harikalar yaratırken, hep kenarda oturan Ebrar, en kritik maçın en kritik anında, karar seti, beşinci setin son bölümünde oyuna girdi ve arka arkaya 5 sayı aldı.. 10'dan 15'e getiren ve maçı bitiren, zaferi getiren 5 sayı.. Küsmeden, kırılmadan.. "Ben bu kadar kenarda oturacak oyuncu muyum" demeden, hem de nasıl müthiş bir "digger", gömücü vuruşları yaparak Rus savunmasını perişan edip kazandırdığı 5 sayıydı onlar..
Ya Tuğba Şenoğlu.. Takımın yıldızlarından Hande Baladın iyi başlamamıştı maça.. Tuğba ile değiştirdi koç.. Ve bir daha kenara alamadı.. Tıpkı Meryem gibi o da harikalar yaratarak kaldı maçta.. Meryem'den sonra en çok sayı alan oyuncu oldu.
Eda, Zehra, Meliha, Cansu, Naz, gene muhteşem mücadele verdiler..
Şimdi son 8'de ve çeyrek finaldeyiz.. Gururla izleyeceğimiz bir çeyrek final!.
Teşekkürler kızlar!. Teşekkürler!..
***
İŞTE GERÇEK ATA SPORUNDA AKIL DURDURAN ZAFER!..
Aslında bugün tepe yazıma konu olarak Mete Gazoz'u yazacaktım.. Türkiye'ye ilk Tokyo Altını'nı getiren, akılda hayalde bile olmayan genç okçumuzu.. Elemelerde Avustralyalı, çeyrek finalde Amerikalı, yarı finalde Japon ve nihayet finalde İtalyan rakiplerini harika maçlar çıkararak arka arkaya yenen Mete Gazoz'un hikâyesi beni nerelere götürdü..
"5 yaşında başladım ok atmaya" dedi, Mete.. Ben de 5 yaşında Van'da başlamıştım okçuluğa, iyi mi?.. Yıl 1944.. Van'da oyuncak moyuncak ne gezer. Kendi oyuncağımızı kendimiz yapıyoruz.. Öcal Ağbim icat etti.. Esnek ağaç dalından yay yaptı birer tane, ikimize.. Düz ve sert ağaç dalının kabuğunu soyarak ve ucunu sivrilterek de ok.. İlerdeki ağaca atıyoruz güya.. Yetiştiremiyoruz. Ağbim nedense birden beni hedefe koydu.. Bir metre ilerimde durdu. "Korkma, göbeğine nişan alıcam" dedi. Yayı kaldırıp gerince, okun ucu ile aramda 50 santim mesafe ya kaldı ya kalmadı. Ağbim oku bıraktı.. Tam isabet.. Yarım metreden göbeğe nişan ve tam çenemden isabet.. Ok saplandı çeneme.. Kan ve çığlığım beraber fışkırdı.. Babam koştu geldi ve.. Ağbim ödülünü öyle bir aldı ki.. Öfkelenmez mi Fuat Teğmen.. 5 santim yukarı gitse, şimdi tek göz olacaktım.
Yıl 1962.. Yerel Ankara gazetelerinde yazdığım yıllar.. Yücel Cavkaytar diye adını ilk defa duyduğumuz 14 yaşında bir genç, Gençler Avrupa Şampiyonu oldu.. Milliyet okurları büyük farkla onu Yılın Sporcusu seçtiler. Röportajlar yaptık. Efsane oldu.. Ama başarısının tadını çıkaramadan 1963'te kan kanserine yakalandı.. Tedavi için gittiği İsveç'te de 19 yaşında öldü..
Ama o zaman Atıcılık Federasyonu'na bağlı okçuluğu bağımsız federasyon yapan da bu genç adamın başarısı oldu. Fazıl Özok dostumuz ilk Okçuluk Federasyonu Başkanı olarak tarihe geçti.
Sonra, sonra 90'lı yıllar ve Uğur Erdener!. Önce Hacettepe Tıp Fakültesi Hastanesi'ni, Genel Direktörlük yaptığı dönemde dünya çapında düzeye yükseltti, ardından Okçuluk Federasyonu'nun başına geçerek, Türk okçuluğunu, özellikle kadın okçuluğunu dünya düzeyine getirdi. Bu başarısı ona Dünya Okçuluk Federasyonu Başkanlığı ve otomatik olarak IOC (Uluslararası Olimpiyat Komitesi) üyeliğinin yolunu açtı. Türk Milli Olimpiyat Komitesi'ne de (TMOK) Başkan olan Uğur Kardeşim, yeni hedefini IOC Başkanlığı olarak belirleyince Türkiye'yi unuttu. Gerek okçulukta, gerekse TMOK'ta yapacağı çok şey vardı oysa..
Ama işte, yıllar önce atılan tohumlar tuttu. Sessiz sedasız, adı bile bilinmeyen, duyulmayan Abdullah Topaloğlu Başkan'ın ekibi, Tokyo'ya kadınlı erkekli sporcularla gitti ve bunlardan biri, en beklenmeyeni, gencecik Mete Gazoz "Altın Madalya" kazandı..
Ve okudunuz, duydunuz mu bilmem.. Abdullah Topaloğlu, pazar günü, memleketi Fatsa'da eşini toprağa verdi..
Kader ona "kutlama ve başsağlığı" dileklerini beraber yazmıştı.
Benden de aynen, ikisi de Başkanım!.
***
VE ATLETİZM!.. VE 100 METRELER!..
Cüneyt Ağabey (Koryürek.. Işıklar içinde yatıyor) ve benim için "Olimpiyat, atletizmdir" kuralı geçerliydi. Öbür sporlara biraz "ısınma" muamelesi yapardık. Ama Cüneyt Ağbi'nin benden daha fena bir takıntısı vardı.
Onun için Olimpiyat, 100 metre yarışı ile de biterdi.. Ötesini, adına gittiği gazetesi için zoraki izlerdi.
Kitabını yazdığı 100 metreye öyle saplantılıydı ki, 200 metre yarışı bile onun için çok uzundu..
Şimdi Tokyo'da 30 derece sıcak altında koşulan 10 bin metre finalini ve onu tribünden izleyen Cüneyt Ağabey'i düşünün..
26:33:93 ile yılın en iyi derecesinin sahibi Ugandalı Jacob Kiplimo, 26:49:51 ile en iyi ikinci dereceyi koşan Etiyopyalı Selemon Barega ve geçen senenin ekim ayı başında 26:11:00 koşarak 10 bin metre dünya rekorunu kıran Ugandalı Joshua Cheptegei arasındaki müthiş, taktik ve direnç mücadelesini zevkle izledik. Ama Cheptegei, son düzlüğe girerken Barega'nın atağına cevap vermekte gecikince, yaptığı müthiş finişe rağmen bu hatasını düzeltemedi, gümüşe razı oldu.. Kiplimo da bronz aldı..
Cumartesi günü kadınlar, pazar günü de erkekler 100 metresi koşuldu..
Şimdi yukarı ile ilişki kurabilsem ve Cüneyt Ağbi'ye "Kadınlar 100 metrede podyumu Jamaikalılar işgal edecek, ama erkekler 100 metrede, hem de Usain Bolt'un ülkesinden tek adam finalde takoza bile oturmayacak" desem, inanır mıydı acaba?.
Onu geçin.. Yaşayanlardan kim inanırdı ki?.
Üç Jamaikalı birbirleri ile yarışırken gözler, Amerikalıları boşuna aradı..
Jamaikalı Thompson Herah, o unutulmaz Shelly Fraser-Pryce'ı geçerken 10.61 ile tüm zamanların en iyi ikinci derecesini yaptı ama, 1988'de Seul'de şampiyon olan Florence Griffith Joyner'in 10.49'luk Dünya Rekoru'nun çok gerisinde kaldı.. mı?.
Aslında.. Bir zamanlar özellikle Doğu Almanların ve Doğu Alman hocaların yetiştirdiği Çinlilerin derecelerine kimseler inanmazdı ya.. Flo-Jo'nun 10.49'una Amerikalılar bile inanmadılar.. 2000 Oyunları'ndan sonra Jackie Joyner Kersee'nin peşine savcılar takıp, yıllar sonra tüm madalyalarını iptal ettirdiler, ama 88'den sonra Flo- Jo'nun peşine nedense kimseler düşmedi. Oysa Seul'deki herkes Flo-Jo'nun 100 metre değil, doping gizleme rekoru kırdığından emindi..
Tokyo'nun iddialı isimlerinden Jamaikalı Yohan Blake, Olimpiyat Köyü'nde Usain Bolt'u kastederek "Talihsizliğim yanlış zamanda dünyaya gelmiş olmam" demişti.
Tokyo'da Bolt yoktu.. Ama Yohan da yoktu. 9.77 ile dünyanın en iyi ikinci derecesine sahip Blake, yarı finalde elendi, iyi mi?. Dahası finalde hiç Jamaikalı yoktu..
Dahası.. İddialı iki İngiliz'den biri yarı finalde, öteki (Hughes) finalde hatalı çıkış yaparak diskalifiye oldular..
Meydan anası İtalyan, babası Teksaslı ama İtalya forması ile yarışmayı seçen saçı az ama iriliği çok tıknaz sprinter Jacobs'a kaldı böylece ve İtalyanlar tarihlerinin ilk 100 metre altınını aldılar ve ünlü sprinterleri 200'cü Mennea'nın yanına Jacobs'u yazdılar.
10 saniyenin altında koşan 7 atletin takoza oturduğu final beklenenin çok altında çekişmeli geçti.. 90'ıncı metrede, altın, gümüş ve bronz atletler nerdeyse tribünlerden bile belli olmuştu. Farklara bakar mısınız?.
1. Jacobs (İtalya) 9.80
2. Kerley (ABD) 9.84
3. De Grasse (Kanada) 9.89
***
BİR MUHTEŞEM KONSER Kİ...
Yani "Allah fakir kulunu sevindirmek isterse, önce eşeğini kaybettirir, sonra buldururmuş" demiş ya eskiler, geçen hafta sonu, Harbiye Açıkhava Tiyatrosu'nda ben aynen onu hissettim işte..
Hemen itiraz etmeyin.. Fakir değilim ama, pandemi yüzünden evlere kapanınca, dışarı çıkma konusunda pek farkımız kalmadı bir..
"Açıkhava'yı dolduran" dediysem.. Bütün biletler satılmıştı ama, kapasitenin yarısı kadardı biletler.. Herkes boşluklu oturmuştu.. Bu da iki..
Açıkhava'ya bin defa gittim. Neleri, kimleri izledim.. Ama bu kadar mutlu olduğumu hatırlamıyorum..
Nasıl güzeldi iki sene sonra yeniden o sıralarda olmak?. Ne güzeldi "İstanbul'da Senfonik Bir Yaz Akşamı" adı verilen konseri izlemek..
Cemal Reşit Rey (CRR) Genel Sanat Yönetmeni Cem Mansur'u yürekten kutlarım.. Harika bir Yaz Akşamı programı yapmış, CRR Senfoni için.. Çaykovski'nin Yevgeni Onegin Operası'ndan o ünlü Vals ile açılan ve gene Çaykovski'nin en popüler yapıtlarından İtalyan Kapriçyosu ile biten, Çağ Erçağ ve çellosunu da konuk yapan bir program.. İtalyan Kapriçyosu bittiğinde, Kandilli Rasathanesi deprem kaydetmediyse, aletlerini kontrol ettirsin..
Nasıl ayağa fırladı millet.. Nasıl alkış, kıyamet.. Bitmiyor, bitmiyor.. Ben bunca yıldır bu kadar uzun, bu kadar coşkulu alkış görmedim.. Ellerim nasıl kızarmış ve kabarmış.. Allah'tan arabamda el kremi vardır hep.. Hem de klasik müzik için bu kıyamet..
Harikulade orkestrayı, genç şef Can Okan nasıl güzel yönetti. Gürer Şefim bana daha iki sene önce "Bu gence dikkat et" demişti.
Can, çalınan her eseri de bir tatlı anlattı bize.. Böylece neyi dinlediğimizi de anladık..
İkinci parça Yaz için "Bu Vivaldi'nin değil, Glazunov'un Yaz'ı" dedi.. Farkı da anlattı.. "Vivaldi, kaynayan İtalyan yazını anlatır.. Glazunov ise, ancak yazın donmadan dışarı çıkabilen Rus yazını.. Bu yüzden Rus besteci, İtalyan'a göre daha bir mutlu yaz tasvir eder" dedi ama, ben gene de Vivaldi'yi tercih ederim, sorarsanız..
Çağ Erçağ kardeşim, "Senfonik Yaz Akşamı" için yanlış parça seçmiş bence.. Faure'un Elegie'si böyle neşeli bir programa hiç uymamış.. Elegie "Ağıt" demek.. Vals ile İtalyan Kapriçyosu arasında ne Ağıt'ı Çağ?.
Bu klasikçilerde genel bir hata var. Solist oldular mı, kendileri için çalıp söylüyorlar.. "Buraya binlerce insan gelmiş.. Öyle bir şey çalalım ki, birkaç insanı daha bu müziğe kazandıralım" diye düşünen yok..
Çağ benim en sevdiğim klasikçi.. Bu konseri de bana o haber verdi. CRR'nin bu yaz ikinci konseri imiş hem de.. Yahu o CRR'yi ben kurdum sayılır. Bedrettin Dalan Başkan kurup başına Filiz Ali'yi getirdiği günden beri her ama her şeyden haberim olurdu.
İlk defa ne beni, ne Yaso'yu arayan çıkmadı!. Neden acaba?. Peki benden başka gazeteci var mıydı o gece orda.. Bugün salı.. Benden başka yazan çıktı mı?.
Hadi ben kaybettiğim eşeğimi tesadüfen de olsa buldum..
Peki siz, bindiğiniz dalı neden kesiyorsunuz?.
***
TEBESSÜM
- Yumurtaların niye uzun aşkları olmaz?.
- Çabuk kırılırlar da ondan!.
***
SEVDİĞİM LAFLAR
Yaşam çok enteresan. En büyük acıların, sonunda en büyük gücün haline geliyor..
Drew Barrymore
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- En güzel manzara... İnsan!.. (23.11.2022)
- Türk ve Norveç Halk Müziği’nde ortak noktalar!.. (24.04.2022)
- Bugün için yazmak içimden gelmedi, inanın!.. (23.04.2022)
- Domenec Torrent, hoca moca değil!.. (22.04.2022)
- Pitbull dehşeti ve verilen komik ceza!.. (21.04.2022)
- Bravo Yıldız!.. Bravo Mevlüt!.. Önce ‘İnsan’, önce ‘Çocuklar’ çünkü... (20.04.2022)
- Ne mutlu bana Erol, sana değil, bana! (19.04.2022)
- Muhteşem Çeşme Projesi ve istemezükçüler!.. (17.04.2022)
- Bir muhteşem okul... Bir muhteşem sergi... (16.04.2022)
- “Türkiye’nin ne güzel yolları var” turu!.. (15.04.2022)