HINCAL ULUÇ

Teşekkürler, Kültür ve Turizm Bakanım!..

Dün okuduğunuz perşembe yazılarımı tamamlamış, üst kata, salonuma çıkmıştım, telefonum çaldı. Üzerinde bir numara.. İsim okumazsam, telefonu açmam. Çıkan "Mesaj" yazısına tıklarım. Otomatik cevabım arayana gider.
"Bu telefon benim özelimdir. Arama hakkınız yok. Mesai saatlerinde gazeteden arayın."
İki dakika geçmedi, cevap düştü ekranıma..
"Hıncal Bey, iyi günler, Mehmet Ersoy, Kültür ve Turizm Bakanı ben. Müsait olduğunuzda telefonla görüşmek isterim. Sağlıcakla kalın."
Ersoy'la, bakan olduğu zaman, ortak dostumuz Tayfun Topal'ın davetiyle bir yemekte buluşmuştuk. Hepsi o..
Hemen aradım tabii..

Telefonu kendisi açtı. Arada özel kalem, sekreter falan yok.. Kendi cebinden, kendi aramış. Arayanlara da doğrudan kendi cevap veriyor..
1957'de siyasetin göbeği Ankara'da başladım mesleğe..
Telefonlarını kendi çeviren, kendi açan bir devlet ve siyaset adamına rastlamak kolay değil..
"Numaranızı dostumuz Tayfun Topal'dan aldım ve sizi bizzat aramak istedim" dedi.
"Bugün çıkan 'O bir çığlık Tarkan, bir çığlık' başlıklı yazınızı okudum. Bilgi vermek istiyorum. Pandemi yüzünden işsiz kalan müzisyenlere yardım için 2020 yılı sonlarında çağrı yaptım. Devletin işsiz müzisyenlere yardım edeceğini duyurdum. Binlerce başvuru geldi. Bunların hangisi gerçek müzisyen bilemeyiz tabii.. Hemen müzik meslek kuruluşlarıyla işbirliği yaptım. Bu başvuruları onlara gönderdim. İncelediler ve gerçek müzisyenleri onayladılar.. Tam 31 bin müzisyene Ocak ayı itibarıyla ayda biner lira destek ödemesi yaptık. Pandemi uzadıkça biz de ödemeleri uzattık. Şu anda mayısı da ödedik. Gelişmeleri izliyoruz."
"Bin lira nedir ki" demeyin.. Aç kalmayan o paranın değerini bilmez tabii.
Ama yeter mi?. Hiç yoktan iyi ama, yetmez tabii..
Başka şeyler de lazım.. O paranın kazanıldığını, hak edildiğini bilmek mesela..
Sanatın manevi hazzını yaşamak mesela..
"Gelişmelere göre, gelen yaz aylarında başta turistik bölgelerimiz açık havada ve de dijital ortamda, en önemlisi de devletin, yani Kamu'nun televizyonu TRT'de canlı müzik ve eğlence programları düzenleyerek, sanatçılara, sanatlarını yapma, yani manevi tatmin ve umuda ulaşmalarını da sağlamak gerek. Bunu da yerelde belediyeler, genelde devlet yapabilir, yapmalı" fikrimde ısrar ediyorum.
Ediyorum da.. Tam bunları yazarken, telefonuma bir mesaj düştü..
"Bolu Belediyesi tarafından tam kapanma sürecinde evde kalan vatandaşlara moral vermek amacıyla düzenlenen mobil konser etkinliği kapsamında müzik yayını yaparak kenti dolaşan otobüs, valilik kararıyla polis tarafından durduruldu. Etkinlik kapsamında belediyeye ait otobüste bulunan ses sistemiyle yerel sanatçılar tarafından söylenen şarkılarla kentin mahalleleri gezilerek müzik yayını yapılıyordu. Ancak etkinlik, 'valilikten izin alınmadığı' gerekçesiyle sonlandırıldı."
Buyurun!. Bu mudur, "İktidar, muhalefet" zıtlaşmasını, yerel/genel yönetim çekişmesine döndürmek ve birinin yaptığı "İyi iş"i öbürünün müdahalesiyle durdurmak..
Bolu Valisi'ni kutlarım. Mekteb-i Mülkiye'de "İl İdaresi" dersinde bize tam da bunu öğretmiş, "Atanmış kişiler olarak, seçilmişlere sakın göz açtırmayın" demişlerdi, zaten.
Yazıklar olsun.. O Vali "Bravo belediyemiz. Vilayetimiz emrinde boş duran şu kadar servis otobüsü ve ses imkânları var. Onları da size tahsis ediyorum" deseydi, Vali olurdu asıl!.

*

..Ve bir "Bu arada" daha.. Genel Yayın Müdürü olarak gazetesini, yazar olarak köşesini "sosyal medya tepkileri"ni dikkate alarak, hem İsa'ya hem Musa'ya yaranmak için hazırlayan Ahmet Hakan'a, gazetenin öteki köşe yazarları da uymaya başladı iyi mi?. Son zamanlarda bir numaram haline gelen Savaş Özbey'i okurken "Pes" dedim. Bir yazı yazmış..
Hem Yıldız Tilbe çağrı yaparken haklıymış..
Hem de Tarkan, çağrıyı piç gibi ortada bırakırken..
Bre ikisi birden nasıl haklı olur?. Olur..
İşin içinde bölünmüş sosyal medyanın ikisine de yaranmak olunca, böyle (Kusura bakma Savaş) kaypak yazılar doğal hale geldi, köşelerde.. Hadi şimdi "Tarkan da haklı, Yıldız da" yazına son noktayı koy, Savaş!. Çekinme.. "Sen de haklısın Hıncal Ağbi" de..

***


ZÜLFÜ, ROMANCILIĞA DENİZDE DÖNÜYOR!..
"İhtiyar Adam ve Deniz"i yıllar yıllar sonra yeniden karşımda bulduğumda ne sevinmiştim.. 1958 yapımı bu filmi izlediğimde, üniversite öğrencisiydim henüz. Başından sonuna bir deniz, bir ihtiyar adam ve bir dev balık vardı filmde.. Ama hafızama çakılmıştı, bir başka "Deniz" filmi gibi.. Orda da bir deniz, bir kaptan ve bir dev balık vardı, filmin kahramanları olarak.. Moby Dick!..
"İhtiyar Adam" Ernest Hemingway'in nefes kesen romanıydı.
Kübalı yaşlı balıkçıyı Spencer Tracy muhteşem oynamıştı. Kaç defa izlemiştim.
Pandemi ve kapanma yarım asırdan fazla bir süre sonra tekrar karşıma çıkarınca nasıl mutlu olmuştum.
Moby Dick, Herman Melville'in romanından uygulamaydı. Yapım yılı 1956.. Aşağı yukarı ayni yıllarda izlemiştim onu da..

Bu defa roller değişmişti.
"İhtiyar Adam"da, balıkçı dev balığın peşindeydi.
Moby Dick'te ise Katil Balina, Kaptan Ahab'ın..
"Dilerim Moby Dick de bir yerlerde karşıma çıkar" derken, mail adresime bir haber düştü..
"Zülfü Livaneli, üç yıl aradan sonra yazdığı yeni romanı 'Balıkçı ve Oğlu' ile okurlarıyla buluşmaya hazırlanıyor."
Zülfü ile ilk karşılaşmam, 1982'de olmuştu.. İspanya'da Dünya Kupası'nı izliyor ve İstanbul'daki kız arkadaşımı fena halde özlüyordum. Dilime bir türkü takılmıştı. Yalnız kaldıkça Madrid sokaklarında yürüyüşe çıkıyor ve bu türküyü, dilime dolanan "Karlı kayın ormanı"nı söylüyordum..
"Karlı kayın ormanında
Yürüyorum geceleyin
Efkârlıyım, efkârlıyım,
Elini ver, nerde elin?
Memleket mi, yıldızlar mı,
Gençliğim mi daha uzak?
Kayınların arasında
Bir pencere, sarı sıcak"
Sözlerin Nâzım Hikmet'e, müziğin Zülfü Livaneli'ye ait olduğunu sonra öğrendim.. Zülfü, İsveç'te yaşıyordu.
Askeri rejim tarafından içeri tıkılmamak için kaçmış, uzaklara gitmişti.
Bu şarkı aslında onu anlatıyordu.
Sonra bir haber daha geldi.
Yunanistan'ın ünlü seslerinden Maria Farandouri, Zülfü'nün şarkılarını, başta Leylim Ley, Türkçe ve Yunanca seslendiriyordu.
Zülfü'yü 100 binlerin üzerinde satan Erkekçe dergimize kapak yaptım..
"Ege'nin iki yakasında Zülfü var" diye..
Sonra baskı günleri bitti. Demokrasi geri döndü. Zülfü de.. Tanıştık.
Dost olduk. Her konserine gider oldum.
Ankara Hipodromu'nda 135 bin kişiye verdiği konseri unutamam..
O 135 bin kişi nasıl eşlik etmişti Zülfü'ye, "Ankara'nın taşına bak" türküsünde..
Hepimizin gözleri yaşlı, gönülleri gururluydu.
Hemen her konserine gittim..
Sonra.. Sonra romanlarıyla tanıştım.
Hayır, okuyarak değil.. İzleyerek..
"Mutluluk" romanından ayni adla uyarlanan filmi tam üç kez izlediğimde, 2007 yılıydı. Talat Bulut çok çok iyi oynuyordu ama asıl, ilk defa izlediğim Özgü Namal büyüleyiciydi. Zülfü, Doğu Anadolu ahlak gelenekleri üzerine harika bir roman yazmıştı.
İşte bu Zülfü, 3 yıllık suskunluktan sonra, belki de "kapanma"nın zorlamasıyla yeniden kaleme sarılmış ve bu "Deniz" romanını yazmıştı işte..
Bana gelen mektupta şunlar yazıyordu..
"Zülfü Livaneli, Egeli bir balıkçı ailenin üzerinden göçmenlik meselesi ve ekolojik yıkıma odaklandığı yeni romanı Balıkçı ve Oğlu'nu okurlarıyla buluşturuyor.
Üç yıllık suskunluğunu, üzerine uzun araştırma ve gözlemler yaptığı romanıyla bozmaya hazırlanan Livaneli'nin yeni kitabı 25 Mayıs'ta ön siparişe çıkacak.
Zülfü Livaneli, yeni romanı Balıkçı ve Oğlu ile son yılların en can yakıcı ve büyük dramı 'Göçmenlik'i, balıkçı Mustafa, Mesude ve Samir bebek üzerinden anlatıyor.
O güne dek sıcak evlerinde televizyondan izledikleri haberlerden veya tanışlarla sohbetlerden aşina oldukları ölü insan bedenleri ve yarı ölü bir bebek, evliliklerinin tam ortasına düşerek bir bomba etkisi yaratıyor; aile ilişkilerini bambaşka bir çehreye büründürüyor.
Zülfü Livaneli'nin, üç yıl aradan sonra yazdığı Balıkçı ve Oğlu, İnkılâp Kitabevi etiketiyle yayımlanacak."

***


TEBESSÜM
Küçük Fadime, ipinden tuttuğu ineği çeke çeke götürüyordu. Dursun gördü.. "Hay Allah" dedi.. "Ne yapıyorsun sen öyle?." "İneğimizi boğaya götürüyorum" dedi, minik kız. "Boğaya mı" diye bağırdı Dursun.. "Küçük bir kızdan bu istenir mi?. Baban yapmalı o işi.." "Olmaz" diye cevap verdi, küçük Fadime.. "Babam olmaz. Mutlaka boğa yapmalı!.."

***


SEVDİĞİM LAFLAR
İnsan bir gün ölecektir. Ancak bilgi sahibi olanlar, bilgileri yüzünden daima anılacaklardır. Hz. Ali

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.