Futboldan nefret ediyorum!.
Ne yapacaksınız, hele bir de ekrana mahkûm olunca..
Maç izleyeceksiniz.. Ben daha yarı yola gelmeden pes ettim dostlar.. İşte burada ilan ediyorum..
Artık futboldan nefret ediyorum.. Bundan böyle maçları sadece meslek zoruyla izleyeceğim.. Üç Büyükler kuklası yazılı ve sözlü medyada yazılmayanları yazmak, söylenmeyenleri söylemek için.. Susmamı, hatta ebediyen susmamı bekleyenleri mutlu etmemek için direneceğim, nefretime rağmen..
Peki niye nefret ettim sonunda futboldan?. Sorumluları kim?.
Özetleyeyim..
1- Futbolcular.. En büyük, en klas olanları en başta, bir iğrenç sahtekârlık bulaştı futbolculara..
Yüze darbe sarı kart. Adamın yüzüne temas bile yok. Ama yüzünü tutup kendini yere atıyor.. Hakemler de yüzde 80 yutuyor.
Yutmadığına da ceza vermiyor. Oysa hakemi aldatmaya teşebbüs sadece penaltı alanında değil, her yerde suç..
Vücuda en ufak temasta taa tribünlerden duyulacak çığlıkla kendilerini yere atıyor, yerde üç tur dönüyor ve gene çığlık çığlığa ellerini çimlere vurmaya başlıyorlar.
Ambulans yetişmezse gidiyor adam.. Öyle Oscarlık sahtekâr..
Kadın okurlar kızmasın, lütfen, bu bin yıllık deyişi kullandığım için..
Bırakın böyle ülkenin en yüksek düzeydeki maçını, çocukken mahalle maçında canı yanan birisi "Ahh" dedi mi, "Karı gibi bağırma lan" diye azarlanır, hatta bir daha takıma alınmazdı..
Bu sahtekârların hepsinde erkeklik ölmüş. 18'e girenin amacı gol değil, penaltı ve kırmızı kart istemek.
O zaman maçı garantileyecek çünkü.
Yanında biri yellense (Affedersiniz) kendini yere atıyor, üç tur dönüyor, gene çimleri dövüyor.. Dünya üzerinde maçı bizim kadar duran ülke yok. Bizim kadar yüze ve aşil tendonuna darbe alan, ayağa basılan ülke yok. Ama sahtekâr pervasız. Çünkü yutturursa bir meslektaşının ekmeği ile oynayacak, onu oyundan attırıp birkaç hafta da ceza aldıracak umurunda değil. Puan alacak ya..
Prim alacak ya.. Futbolun ahlakını, sportmenliği, Atatürk'ün eskiden her stadın kapısında yazan, ama şimdi belki de ayıp oluyor diye kaldırılan lafı "Ben sporcunun zeki, çevik ve AHLAKLISINI severim"i umursayan yok. Bu kadar sık duran maçta oyun kurulur, seyre değer futbol oynanır mı?. Mümkün mü?. Bir "Sahtekârlar geçiyor" şovu izliyoruz, öfkeden deliye dönerek.. Öfkeden deliye dönünce de, ağzımızdan çıkanı kulağımız duymuyor. Kaç kez maçı birlikte izlediklerimden özür diledim, hayat boyu ağzımdan çıkmayan küfürleri ekran başında bağıra çağıra ettiğim için..
2- Hakemler.. Ellerinde yetki var.. Bu sahtekarlıkları anında önlerler..
Sana yutturmaya mı kalktı?.
Yüzde 80'de yutmuyor musun zaten?. O zaman yutmadığın geri kalan 20'de kartı o sahtekârın alnına daya.. Senin sahtekârlığı affetmediğin bilinsin, bakalım ayni pervasızlıkla çirkin, iğrenç eylemlerine devam edebilecek mi?. Hayır!. Üç Büyüklere teslim olmuş hakemler..
Çünkü gelecekleri, bu çok kârlı işleri 3 Büyüklere uygun kararlara bağlı..
Çünkü medya 3 Büyüklerin uşağı..
Bir hakem cinayeti ile Küçük Takım katlediliyor, medyada çıt yok.. Ama 3 Büyüklerden birinin canı yandı mı, hakem düdük asıyor. Bu ülkede kural bu.
3- Teknik Direktörler.. Bu ülkede Fatih Terim başta, Teknik Direktörlerin ortak amacı, "Önce yenilmemek." Futbolun bir seyir sporu olduğu umurlarında değil..
Kulüplerinden aldıkları milyonlarca liranın televizyon yayın ücretlerinden geldiğini de düşünemiyor ve bindikleri dalı kesiyorlar. BeIN bir gün çekip gidecek.. Karantina bitsin, görün bakalım bu iğrenç, öfke ve nefret yayınlarını izleyen kalacak mı ekran başında.. 21 Hocanın içinde bir tek bir adam var.. Gaziantep Hocası Smudica.. Sahaya hep "Futbol oynamak" için çıkarıyor takımını.. Rakibe oynatmamak için değil.. Bir de bizim Ersun Yanal'a bakın.. Rakip on kişi kalmışken bile, "Çanakkale geçilmez. Futbol oynanmaz ve oynatılmaz" taktiğini değiştirmeyen ödlek, bencil.. Takımı değil, kendini düşünüyor. Yenilmezse kovulmaz çünkü.. 5 maç.. 5 beraberlik.. 5 puan.. İşin iş.. Ama 5 maç.. 2 galibiyet, 3 yenilgi.. 6 puan.. Bir puan da fazla.. Ama kovulursun.
Ersunların umurunda mı puanlar, futbol, seyirci.. Aldığı milyonlara bakar onlar..
*
Futboldan nefretimin sorumluları bu 3 gurup değil tabii.. Dahası var.. "Adam kusuyor" diyenler çıkabilir..
Evet.. Kusuyorum.. "Futbol" diye millete yedirdikleri iğrenç şeyler içimi öyle doldurdu ki, kusmaz da ne yaparım?.
Yarın devam edeceğim..
***
NE MİLLİ PİYANGO'YMUŞ MEĞER!.
Yılbaşı'nda sayfalar dolusu Milli Piyango ekleri.. Sonrasında tam sayfa Milli Piyango reklamları.. Her gazeteye.. En büyük rakipler dahil..
Hayret niye sadece "PRoje" emri vermediler bu defa Ertuğrul Özkök'e ve köşesinde yazdırmadılar da her gazeteye milyonlar dağıttılar?.
Eeee. Bu kötü ekonomik durumda, o paraları kasaya indirenlerin sesi kesilir hesabı.. Çünkü Yılbaşı öncesi kıyametler koptu ya hani.. Neler neler yazıldı ya hani.. O kadar sus payı olacak, artık!.
Efendim o tam sayfa reklamlarda tek rakam yok ama iddialar var. Milli Piyango ve bağlı tüm talih oyunlarında rekor kırılmış.
Satışta rekor, dağıtılan ikramiyede rekor, bayiler dahil çalışanlara primde, devlete vergide rekor..
Ama bir imla yanlışı herhalde.. Aksi takdirde bir korkunç itiraf..
100 milyon liralık Büyük İkramiye çeyrek bilete çıkmış. Bakın ilandaki cümleye..
"Yeni Yıl Çekilişinde büyük ikramiyeye isabet eden çeyrek bilet sahibi talihlimizi tebrik ederiz." Yahu çeyrek adı üstünde 4 tane.. Niye "Talihli" diye tekil?. Öbürleri ne oldu?.
"Talihliler" demek gerekmez mi?
Bu yıl çeyrek ve yarım biletler birer tane mi basıldı?. O zaman her nasılsa çeyrek bilete çıkınca 100 milyon, 75 milyonu cukkaya mı kaldı?.
Haydi Özkök kardeşim, Bu defa görevin benden.. Madem Milli Piyango uzmanısın, şu tam sayfa ilanlarda açıklanmayan, ama rekor diye geçilen rakamları açıkla..
Mesela 2020 yılbaşında kaç liralık kaç bilet satılmış, 2021 yılbaşında rakamlar ne?. Açıkla ki, rekorları görelim.
...Ve de, tek çeyrek bilete gitti 25 milyon?. Ya kalan 75 ne oldu?. Çeyrek bilet tek mi basıldı?. Yoksa geri kalan 3 bilet satılmadı mı?. Yani 4 biletten üçü satılmazken, satış rekoru nasıl kırıldı?.
Açıkla Özkök açıkla.. Her ama her şeyi açıkla, görelim!.
***
SARI ODANIN ESRARI!.
1907 senesinin eylül ayında, Paris'in haftalık L'Illustration dergisinde Gaston Leroux imzalı bir tefrika başladı ve tefrika polis romancılığının akışını değiştirdi. Pek çoğuna göre de Agatha Christie'nin doğumuna sebep oldu.
Paris yakınlarındaki bir şatoda yaşayan bir bilim adamının 30 yaşlarındaki kızı, tek girişi olan odasında ölümcül derecede saldırıyla dövülmüş ve koma halinde hastaneye kaldırılmıştı.
Yaşıyordu ama beyin hasarı yüzünden ifade vermesi mümkün değildi. Polis ilk araştırmayı yaptı..
Kızın bulunduğu o tek girişli odanın kapısı içerden kilitliydi ve anahtar da üzerinde duruyordu.
Yani ortada imkânsız görünen bir olay vardı. Gazete Polis Adliye Muhabirini şatoya yolladı ve genç muhabir soruşturmaya başladı.
Müthiş bir romandır gerçekten Sarı Odanın Esrarı.. Ben çok eskiden okumuştum.
2020'de yani geçen yıl İş Bankası Kültür Yayınları, romanı tekrar yayınladı. Oradan temin edebilirsiniz..
Bu 100 yıllık romandan niye söz ettiğimi anladınız herhalde..
Bodrum'da yaşayan Ukraynalı bir kız, kapısı kırılarak girilen evinde sandalyeye oturmuş, elleri arkadan kelepçeli ve başına bir poşet geçirilmiş olarak ölü bulundu.
Polis olayın intihar mı, cinayet mi olduğunu araştırıyor..
Sarı Odanın Esrarı'nı bilenler "İntihar da mümkün bu durumda" diyebilirler.. Polisimize şaşmayalım.
Eskisi gibi harika Polis Adliye Muhabirleri olsa (Mesela Ümit Deniz ağbimiz), şimdi çoktan Bodrum'a dolmuşlardı.
Kız intihar mı etti, öldürüldü mü, bilmiyorum ama, "Gazetecilik" denen mesleğin intihar ettiğinden eminim.
Bu olay, Amerika'da olsa, New Yorker dergisi mesela "Truman Capote"yi olayı izlemeye yollar, o da dergiye yolladığı haber hikayesinden, filmlere çekilecek bir roman çıkarır ve Pulitzer ödülü alır, tarihe geçerdi.
***
BU "KUĞU" AĞLATIR!.
Kuğu Gölü Balesi'ni bilirsiniz herhalde.. Korkunç sihirbaz, prensesi ve arkadaşlarını kuğuya çevirir hani.. Bu gerçek kuğu.. Almanya'da bir tren yolunda oturmuş.. O oturuyor diye tren seferleri durduruldu. Tam 23 tren, bir saate yakın rötar yaptılar. Sonra itfaiye ekipleri geldi, kuğuyu kaldırıp ilerdeki ırmağa bıraktılar ve yol açılabildi. Peki o kuğu niye ordaydı?. Oturmuş ne bekliyordu?..
Dr. Erdoğan (Karatay) bu yeni yılın en duygusal fotoğrafını ve hikâyesini Frankfurt'tan yolladı bize.. Bir kuğu, elektrikli trenin yüksek gerilim hattına takılıp ölmüştü. Ölen kuğunun eşi de inmiş, raylara tünemiş ve orda kalmıştı. Niye peki?
Bekliyordu. Bir daha hiç gelmeyecek eşini bekliyordu, Kuğu!.
***
TEBESSÜM
Temel'in hayatı kendine zehir eden felaket bir huyu vardı. Her ama her şeyi kendine dert ediyordu. Sonunda ünlü ruh doktoruna gitti. Birlikte birkaç seans yaptılar.. Sonra Temel değişti.. Öyle değişti ki, arkadaşları şaştılar.. Dursun dayanamadı, sordu.. "Ne oldu sana, artık hiçbir şeyi kendine dert etmiyorsun. Her şeye aldırmaz oldun!."
"Doktorun tavsiyesiyle bir profesyonel 'Dert edici' tuttum" dedi Temel. "Benim yerime artık her şeyi o dert ediyor. Ben de rahatladım.." Dursun "Nasıl yani" dedi.. "O adam sana çok büyük paralara mal olmalı!."
"Öyle" dedi, Temel.. "Aylığı 10 bin lira.."
"Ulan sen ayda 10 bin lirayı nasıl ödeyeceksin, delirdin mi" diye bağırdı, Dursun.. "O düşünsün, bana ne" diye omzunu silkti, Temel!
SEVDİĞİM LAFLAR
Hayvanlar düşünür mü, konuşur mu soruları önemsizdir. Önemli olan acı çekip çekmedikleridir. Jeremy Bentham (İngiliz Filozof)
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- En güzel manzara... İnsan!.. (23.11.2022)
- Türk ve Norveç Halk Müziği’nde ortak noktalar!.. (24.04.2022)
- Bugün için yazmak içimden gelmedi, inanın!.. (23.04.2022)
- Domenec Torrent, hoca moca değil!.. (22.04.2022)
- Pitbull dehşeti ve verilen komik ceza!.. (21.04.2022)
- Bravo Yıldız!.. Bravo Mevlüt!.. Önce ‘İnsan’, önce ‘Çocuklar’ çünkü... (20.04.2022)
- Ne mutlu bana Erol, sana değil, bana! (19.04.2022)
- Muhteşem Çeşme Projesi ve istemezükçüler!.. (17.04.2022)
- Bir muhteşem okul... Bir muhteşem sergi... (16.04.2022)
- “Türkiye’nin ne güzel yolları var” turu!.. (15.04.2022)