HINCAL ULUÇ

Gelecek on yılın takımı!.. Peki hani 2030’un Hocası?

Türkiye'nin rahatlıkla şampiyon olacağı Avrupa Milletler Ligi gurubunda dört maçta tek galibiyet alamayan Şenol Güneş Hocamız, başarısızlıklarına yeni bir kulp taktı. Tabii, millet yerse..
"Biz gelecek 10 yılın takımını hazırlıyoruz."
Her yenilen o klişe "Artık önümüze bakalım" der ya.. Hoca onu başka türlü söylüyor, o kadar..
Hazırlık maçı durumundaki Almanya dahil beş maça da ayrı 11'le çıktığı için eleştiriliyor ya.. Ona da kulp oluyor tabii bu laf..
Oysa hep biliyoruz. Şenol Hoca'nın yenemediği iki büyük zaafı var.
1- Korku.. Lig, puan umurunda değil. Onun tek hedefi var.. Yenilmemek.. Hatta tek gollü mağlubiyete bile razı.. Takımı öyle seçiyor, öyle oynatıyor..
2- Yerleşik 11 kuramamak!. Hatırlayın.. Beşiktaş'ın başındayken de öyleydi. Ligin onuncu haftası gelmişti. 90 A programında Beşiktaşlı yorumcumuz Güven Taner'e "Ben bu hafta sahaya çıkacak Galatasaray 11'ini sayabilirim. Kemal'e (Belgin) sor, Fener'i sayar. Sen Beşiktaş'ı sayabilir misin" demiştim. Sayamazdı. Çünkü sahaya her hafta başka 11 süren Şenol Hoca, 11'i değil, iskeleti bile kuramamıştı.
Skor yazarlığından vazgeçer gibi görünen, sıradan da zayıf rakipler önünde alınan beraberlikler için artık zafer davulu çalamaz olan medyamız bile, "Ziyan olan ilk 45 dakika"ların hesabını sormaya başladı artık.
Hesap basit oysa..
Korkak.. Kararsız Hocamız!.
Maç seyircisiz.. Güya var da yok.. Federasyon sadece tribünde sessiz ve kasım kasım oturan protokolü davet etmiş.. Yahu yan yana üç locayı Ali Sami Yen seyircisine ayır. Ultraaslan, lideri ile gelsin yerleşsin. Zaten sessiz o stadı gümbür gümbür öttürür, Şenol Güneş'in kenardan veremediği heyecanı takıma hem de nasıl aşılar, 100 gerçek seyirci..
Seyircisiz maçta, kenar adamı misliyle önem taşır.. Türkiye, gerçekten hazırlanışından son dokunuşuna harika bir golle skoru 2-1'e getirdiği an, TRT kameraları Şenol Güneş'e döndü.
Bir karış surat. Sanırsınız golü o yedi.. Ama kenarda hep böyle hocamız. İfadesi hep umutsuz, hep kaygılı, hep güvensiz..
Seyirci yok. Oyuncu kime bakıp hırslanacak, coşacak, "Hadi!. Bu maçı alırız" diye düşünecek?. Bu gol sevincini bile ifade edemeyen yandaki teslim olmuş adama mı?.
Yahu stat o halde ki, sinek uçsa vızıltısını duyarsınız.. Yahu kenarda öyle ayakta, jestleriniz ve bağrışlarınızla maçın içinde olacaksınız, takımı coşturacak, inandıracak, koşturacaksınız..
Şenol Hoca nerde?. Kulübede oturmuş, yenilgiyi kabullenmiş, susuyor.. Bir de not alıyor.. Kime, niye alıyorsa artık!.
Maçın sonunda bir reklam girdi. Kenardaki Yılmaz Vural'ın coşkusu üzerine kurulu. Harikaydı. Şenol Hocayı bir odaya kapatıp 24 saat bu reklamı izleteceksiniz.
Bakın.. Bu Şenol Güneş'le on yıl değil, on gün sonranın takımını bile kuramayız..
Ömer Üründül, spor medyasında gerçekçi ve cesur "futbol yorumu" yapan bence tek isim "Bizim futbolumuzun senelerdir bir ekolü, oturmuş bir sistemi yok. Bu önemli eksiği en aza indirecek şey kadro istikrarıdır" diyordu dün..
Şenol Güneş'le "Oturmuş 11" olmaz ki, "Oturmuş sistem" olsun.
Kadro seçmeyi bilmiyor.. Milli Takım'da dün solbek zaafı vardı. Bir de stoper.. Sırplar boş kaleye vurmayı becerseler, Rusya maçındaki gibi beşlik olurduk.
Peki bu ülkede hem sol bek, hem stoper oynayan harika bir adam var. Göztepeli Alparslan.. Yani tam savunma jokeri.. Sakatları, cezalıları bilirken hem de, Alparslan nasıl çağrılmaz mesela?.
Milli Takım Fatih Terim taktiği ile, tek kanattan yengeç gibi oynuyordu. Çünkü sol açık yoktu takımda.. İki sağ açık vardı ama, tek sol açık yoktu kadroda. Ne buldu, ne de çözüm üretti.. Yengeç ki, yengeç..
Bu Hoca ile mi, Türk Futbol Ekolü, bu Hoca ile mi birbirlerini tanıyan, istikrarlı 11 kuracağız.
Güldürmeyin beni..
Ama asıl suçlu, asıl sorumlu o değil. Peki kim?.
O zaman sorum şu..
Türkiye'de Futbol Federasyonu var mı?.

***


Benim Adım Melek, niye düşüşte!..
İzlediğim kanalları, TRT, TRT2 ve TRT Müzik üzerinden "Kamu Televizyon Kurumu"nu inceleyen bir dizi yazıya başlamıştım dün. İşe de Ana Kanal'dan başlarken, en popüler olan TRT Yayınları Dizileri, onların içinden de tüm televizyonlarda izlediğim tek dizi "Benim Adım Melek"i seçmiştim.
Uzun süre hep liste başı, şaşmaz ilk 3'te olan dizi, 30'uncu haftadan sonra gerilemeye başladı. Geçen hafta da ilk defa ilk 10'dan düştü. Bu sabah baktım. Bir başka dizinin tekrarının bile olduğu ilk 10'da gene yok..
Neden?.
Çünkü dizide büyük bir senaryo zaafı var.. Anlatayım..
Böyle uzun dizilerde senaristler, günü de takip etmeli..
Gün pandemi günü.. Yani millet evde oturuyor.. Ailecek evde oturuyor ve vaktinin çoğunluğunu ekran başında geçiriyor. Her türlü ekran.. TV.. Cep Telefonu.. Tablet.. Bilgisayar.. Aileyi bir arada toplayanı televizyon tabii.
Pandemi günlerinde, bir yanda salgının geleceği hakkındaki belirsizlik, öte yanda evden çıkamamak içleri karartırken, izleyiciye ne lazım?. Biraz iç rahatlığı.. Biraz neşe.. Biraz keyif..
Oysa Melek, bunun tam tersi.. Durmadan göz yaşı.. Karşınıza çıkan, öyküsünü izlediğiniz herkes ama herkes mutsuz.
Bakıp da içinizin rahatladığı tek kişi de yok, tek sahne de..
..Ve senaristler, ayni "kötü sürpriz" kurgusunu çevirip çevirip yutturmaktan vazgeçmediler..
Çok hoş bir şeyler oluyor.. Çok neşeli, keyifli bir olay gelmek üzere.. O gece yatağa keyifli gireceksiniz sanki.. Ama biliyorsunuz ki olmayacak.. Son anda biri çıkıp gelecek ve her şeyi piç edip, ortalığı karanlığa boğacak. Başlayacak oyuncuların yarısı ağlamaya. Yahu her defasında ayni trik olur mu?. Ezberledik yahu..
Artık diziyi "Aaa.. Bak şimdi güzel bir şey olacak" diye değil, "Senaristler bu defa her şeyi berbat etmek için nasıl bir yol bulacak" merakıyla izliyorum.
Herkes de böyle izliyor.. Bu yüzden bıktılar ve usandılar artık..
Benim gibi, canlı izlemeyip kaydedenler, izlerken de, o güzel hazırlık sahnelerini hızlı geçip, merak ettikleri "Bakalım bu defa kim, nasıl piç edecek mutlu anları" sahnesine geliveriyorlar.
Ben bu yolla 180 dakikalık diziyi nerdeyse 60 dakikada izler olduysam, seyircinin büyük bölümünün Melek'ten vazgeçip yeni başlayan dizileri denemeye geçmesine şaşmamak lazım.
Bu dizi, TRT Yönetimi istediği sürece, bu senaryo taktiği ile bin yıl sürer..
Yaz, boz dizisi..
Bakın senarist kardeşlerim.. Böyle uzun dizilerde, bir ana hikaye olur. Bir de diğer karakterlerin yan hikayeleri.. Ve bu yan hikayeler genelde o diziyi o gece ilk defa açanları tatmin edecek şekilde kaleme alınır. O bölümde başlar ve biter..
TRT'nin ilk efsane dizisi Kaçak'ı hatırlayın. Doktor hep kaçardı ama, her bölüm tek başına bir öykü olurdu.
Melek hep ağlıyor. Öbürleri de hep ağlıyor. Tek gece izlemenin anlamı yok. Devamlı izleyenler de giderek ezberlediler triklerinizi ve bıktılar. Yenilik yok.. Ağıt, göz yaşı. Ağlayan ağlayana dizisi sanki..
Bu dizide göz yaşı diye kullanılan suları biriktirsek, İstanbul'u besleyen barajlardaki su sıkıntısı biterdi.
Bir bozukluk daha var tabii. O hemen her kanalda, her dizide ayni de, onun için ayrı yazı konusu olacak..
Yarın?.

***


Medusa!.
Amerika'da patlak veren ve sonra bir sosyal harekete dönüşen "Me too/ Ben de" hareketi var ya..
"Erkeklerin taciz ve tecavüzüne uğrayan kadınlar hareketi" yani.. Bir şey Amerika'da patlar da bize de gelmez mi?.
Geldi tabii..
Didim Belediye Başkanı, karısını aldatmış, hatta sevgilisinin heykelini kent meydanına "Medusa" diye dikmiş. Günlerdir tefrika ediliyor..
Medusa Yunan Mitolojisi'nde, yüzüne bakanı taşa çeviren yılan saçlı canavar ya. Meğer bu heykel aslında Başkanın sevgilisiymiş.. Medusa'yı kim görmüş ve taşlaşmadan kalıp benzetmişse artık.. Sevgilisini bile yılan başlı canavar diye taşlaştıran erkek.. Breh breh..
Dün okudum..
New York meydanlarından birine de Medusa'nın heykeli dikilecekmiş..
"New York Belediye Başkanı ayağını denk alsın" derim, başka şey de demem!.

***


Hüseyin Kırcalı "Gazeteci"ydi!..
Türkiye'de "spor gazeteciliği" denince akla Abdi İpekçi'nin Milliyet'i gelir. Ülkenin en büyük tirajlı değil, ama en saygın gazetesi Milliyet!. Tüm dünyanın ve ülkemizdeki tüm yabancı diplomatların referans aldıkları Milliyet!.
Namık Ağabey (Sevik) o Milliyet'i işte, arka kapağından okuturdu. Öyle dolgun, öyle harika, öyle "beklenen" sayfa yapardı Namık Ağabey.
Pazar günü öğleden sonra İnönü Stadı'nda Fener- Galatasaray maçı mı oynandı. Bizim için o maç hakem "son" düdüğünü çaldığında değil, pazartesi sabahı Milliyet Spor'u açtıktan, Kahraman Babçum'un emsalsiz maç yazısını okuduktan ve Hüseyin Kırcalı'nın kesip saklanası fotoğraflarını gördükten sonra, biterdi ancak.
Namık ve Kahraman Ağabeyler.. Bir de Hüseyin Kırcalı efsaneydiler..
"Fotoğrafçı" dediler. "Foto muhabiri" dediler.. Öyleydi tabii.. Ama hepsinden önemlisi.. Onu özel yapan yanı, "gazeteci" oluşu idi.. Sapına kadar gazeteciydi Kırcalı..
Ayni maç.. Onlarca fotoğrafçı.. Ama Kırcalı'nın enstantaneleri farklı.. Niçin?. Adam çünkü gazeteci. Adam çünkü olayı seyretmiyor, içinde yaşıyor ve "an"ı, fark yaratan anı kaçırmıyor o zaman..
Gazetecilik "Fark Yaratma" mesleğidir.
Kırcalı o farkı yaratan adamdı işte..
Urfalı bir halk çocuğu iken Bab-ı Ali'ye gelen ve en saygın gazetenin en bilinen imzalarından biri olmayı başaran ve tüm Türkiye'ye "Mesele talihli doğmak değildir. İsteyen başarır" dersi veren "adam"dı o..
Onunla pek çok Olimpiyat ve Dünya Kupasında beraber olduk. İnsanları en çok seyahatte tanırsınız ya.. Hüseyin'le o gezilerde tanıştık, dost olduk, arkadaş olduk. İkimiz de güneydoğuluyuz ya.. O da ısıttı aramızı..
1980 Moskova Oyunları'nda da beraberdik. Nasıl çalıştığını yakından gördüm. Niçin fark yarattığını anladım.
Oyunlar bitti. Bana vedaya geldi. "Hayrola, yarınki uçakla beraber dönmüyor muyuz" dedim. "Hayır" dedi.. "Ben buradan Tokyo'ya gidiyorum.."
Anlattı..
"En büyük fotoğraf makineleri ve aksamı Japon malı. En yeni modeller orda.. Bizde bir yıl sonra bulunur, hem de en az on misline bulunur. Oradan makine, objektif ve aksam alacağım. Bunların bir kısmını İstanbul'da sattım mı, hem yol param çıkar, hem de en ileri teknolojiye sahip olurum.."
Bizde "biyografi" yazarlığı yok. Urfa'dan çıkıp, dünyayı fotoğraflarıyla ayağımıza getiren Hüseyin Kırcalı'nın hayatı tam bir "başarı" romanıydı zaten.. Filmi de çekilirdi.
Ardından tam bir sayfa yapan Milliyet Spor'a teşekkürler!.

***


Tebessüm
Su parklarında yunuslarla yüzmenin pahalı olduğunu düşünenler, köpek balıklarıyla yüzmeyi denesinler..
Bana bir kol ve bir bacağa mal oldu.
Sevdiğim Laflar
"Karanlıkta yürüdüklerinin farkında olmayanlar hiçbir zaman ışığı aramayacaklardır."
Bruce Lee

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.